Denizlerin kahramanı Barbaros Hayrettin Paşa hakkında çocuklar için bir öykü yazmaya niyetlendiğimde Hollywood icadı meşhur Karayip Korsanları serisinde olduğu gibi tahta bacaklı, tek gözlü, kırmızı sakallı bir korsan tipi hakkında bilgi topladığımı hayal ediyor değildim. İslâm kahramanı, Haçlıların elinden binlerce Müslümanı kurtarmış birisiydi Barbaros Hayrettin.
İtiraf edelim ki hala dünya çapında etkili bir medya gücüne sahip değiliz. Sağlam yapılmış tek bir filmin binlerce ciltlik tarih ve kültür kütüphanesini berhava edecek bir tahrip gücüne sahip olduğunu epey geç farkettik. Hollywood’un bizim tarihi kahramanlarımızı kötü karakter olarak gösterdiği hatta bizi bütün âleme madara ettiği yapımlar bunun en bariz örneğidir.
Medya sadece eski mutlu zamanlara dönüşün vesilesi olarak görülmemeli. Aynı zamanda medeniyet ve insanlık numunesi olarak gündeme gelecek sanat, yetenek ve beceri sahibi müslüman şahsiyetin yetişeceği mecranın bizzat kendisi.
Günümüz eğitim sisteminin eğitime yapılan en büyük kötülük olduğuna inancım da işte bundan mütevellit. Keza yeteneği, beceriyi dışlayıp herşeyi diploma denen kâğıt parçasına bağlayan toplumsal bağnazlık da.
Sanat ve spor gibi derslerdeki öğretim yöntemleri üzerine kafa yorduğumuzda muhatabına yetenek bağlamında hiçbir katkının sağlanmadığına tanık oluyoruz. Çoğu resim yapmaktan hoşnut kalmayan 30-40 öğrenciye resim dersi vermenin anlamı nedir Allah aşkına? Bu öğrenciler için resim bir ders değil olsa olsa bir ceza yöntemidir. Yaramazlık yapmak için bir fırsattır. Yine aynı şekilde beden eğitimi dersini angarya olarak görenleri bu derse zorlamanın ne anlamı var?
Yetenek fıtrî bir hâdisedir, doğuştan gelir. Evet, parlatmaya ihtiyaç duyar ancak sonradan öğrenilebilir bir yönü yoktur. İçeride bir yetenek tohumu yoksa en kaliteli eğitim bile fayda etmez. Fizik, kimya, matematik değil ki bu sonradan öğrenilsin. Yahut bir yabancı dil. İşte bu nedenle yetenek gerektiren dersler zorunlu değil seçmeli olmalı. Öğrenci hangi derse ilgi duyuyorsa oraya yönelmeli ve orada kendini geliştirmeli.
Henüz öğrenciyken sporun sadece iki türüne ilgi duyardım. İlki yüzmeydi, ikincisi de tenis. Ne yazık ki, okulumuzda bu iki spor için de gerekli olan imkanlar mevcut değildi. Bu nedenle hiç de hazzetmediğim basketbol, voleybol gibi oyunlara mecbur edilirdim. Üstelik top darbesinden epey de çekinirdim. Beden eğitimi dersi işte bu yüzden benim için hiç de tahammül edilir bir şey değildi.
Oysa resim dersine aşıktım. Aksine resim dersi istediğim kadar, yeteneğime katkı yapacak bir zaman aralığına sahip değildi, hemen biterdi. Üstelik o kısacık ders saati resimden hoşlanmayan öğrencilerin çıkardıkları velvele yüzünden pek verimli geçmezdi.
Aynı şekilde metin yazma dersi de mevcut değildi. Oysa ben yazmaya, yazdığımı yorumlamaya çok düşkün bir çocuktum. Bu konuda bütün edindiklerimi kendi çabama ve babamın katkılarına borçluyum. Öğreciyken ödevlerimden arta kalan zamanlarda zorlukla fırsat bulabiliyordum yazabilmek için. Evlenip çoluk çocuğa karıştıktan, öğretmen olduktan hatta yazar olduktan sonra da aynı minvalde devam ettim. Bu yüzden çocuklarıma elimden geldiğince yazma konusunda yardımcı olmaya gayret gösteriyorum.
Yetenek, insanın iç barışından, güzel olanı kavrayışından vücuda gelir. İnsanın aklını, bedenini ve suretini muhafaza eder. Olumsuz enerjiyi alıp götürür. Kişiye sosyal açıdan statü sağlar, kabul kapısı açar. Yetenek, psikolojik krizleri aşmada büyük rol oynar. Saygı duyulacak bir karakter olmanın yollarını öğretir.
Sanat, müzik, metin yazma, satranç, bilgisayar programcılığı gibi derslerin okullarda seçmeli okutulması harika olur bence. Son saatler bu gibi derslere tahsis edilir, öğrenci dilediğince keyfini çıkarır kendi seçtiği dersin. Toplumun bu işten kazancı da mükemmel sanatçılar, sporcular, yazarlar, programcılar ve belki de mucitlerin ortaya çıkması olur.
Bu işin bugünden yarına gerçekleşecek bir hadise olmadığının farkındayım. Devletin el atmasını gerektirecek bir hadise bu. Eğitimin sisteminin kökten değişimini gerektirecek bir hadise. Bir sürü bürokratik ıvır zıvır yani. Bu nedenle öncelikle ailelere düşen bir görev olduğu inancındayım. Hele bizim gibi dünyanın dört bir yanına dağılmış Suriyeliler söz konusu olduğunda. Farklı inançlar, farklı değerler, farklı kültürler ve farklı dinlerin cirit attığı bir ortamda pek çok sorumluluk aileye ve bilhassa babalara düşüyor.
Aile, çocuklarının yeteneklerini keşfetmek ve bu yeteneği parlatacak eğitimi sağlamak için elinden gelen çabayı göstermek durumunda. Yeteneğe gereken önem verilirse kendisiyle barışık, seçkin karakterler ortaya çıkar. Hem ailesine, hem de toplumuna şan ve şeref katar. Örnek bir şahsiyet olarak dünya çapında bir karakter haline gelirse mensup olduğu din hakkında olumsuz yargıların giderilmesine katkısı olur.
Çocukların da kendi yeteneklerinin farkına varabilmesi, gelişim noktasında çaba göstermesi önemli bir konudur. Yeteneğe gereken sürenin verilmesi, gereken imkanların sabırla sağlanması da bu minvaldedir. Kişinin kendi gelişimi için harcadığı emek, kendisinden sonraki kuşaklar için örnektir. Kimileri için aşılması gereken bir hedef koyar. Kimileri için uğraşılacak bir hobi sağlar. Pozitif enerji, huzur ve mutluluk getirir.
Doğrusu çokça yazara ihtiyacımız var, çokça ressama, çokça sanatçıya, çokça müzisyene, çokça yüzücüye hatta çokça futbolcuya. Çokça yazılımcıya, çokça modacıya, çokça oyuncuya, çokça yönetmene ve çokça yaratıcı zekaya…
Hayat sıradan bir işte çalışmaktan veya akademik uğraşlar içinde kaybolmaktan ibaret değildir. İnsan tabiatı yenilenme eğilimi taşır. Bunu da ancak kalem, mızrap ve fırça tutan eller sağlayabilir.