‘Yeni dünya’nın işgaliyle birlikte yeryüzüne egemen olmaya başlayan Batı eksenli dünya sisteminin sebep olduğu büyük yıkımlarda verilen kurban sayısına bakarsak karşımıza şöyle bir tablo çıkar:
Topraklarına göz diken Batılılar tarafından 100 milyon Kızılderili en ağır zulümlere mâruz bırakılarak katledildi.
Batılı devletlerin 1. Dünya Savaşı’nda verdiği dünya topraklarına üstünlük mücadelesi 65 milyon cana mâl oldu.
2. Dünya Savaşı’nda ise 72 milyon insan öldürüldü.
Bunlar en büyük yıkımlardı. Asıl sayı bunun çok daha ötesinde. Batılı zihniyetin dünya hâkimiyeti daha pek çok savaşa ve yıkıma sebep oldu, milyonlarca insan bu açgözlü zihniyetin topraklarını işgal etmesi neticesi hayatını kaybetti. Batılı insanın medeniyet maskesi altında saklamaya çalıştığı karanlık yüzü, yeryüzü mazlumlarının adeta mezarlığı gibidir.
ABD YENİ DÜZENİN PATRONU
ABD’nin Batı dünyasına önderliği 2. Dünya Savaşı sonrasıdır. Savaşa hayli geç dâhil olan ABD hem fazla yıpranmadı, hem de savaşın büyük yıkımını kendi topraklarında yaşamadı. Oysa Avrupa baştanbaşa bir harabeyi andırıyordu. Zinde durumdaki ABD, perişan Avrupa devletlerine Marshall yardımı ile ağabeylik yapmaya başladı ve kurulan yeni düzenin patronu oldu.
Eski kıtanın anlı şanlı devletleri bu düzene boyun eğdi, Sovyetler Birliği haricinde ABD’ye kafa tutacak kimse kalmadı. Sovyetler, ABD yardımını kabul etmemekle kalmadı, bunu içişlerine bir müdahale olarak niteledi. Bu tarihten itibaren ise “Soğuk Savaş” dediğimiz yeni bir döneme girildi. Bu dönem de hem Sovyetlerin zayıflaması, hem de ABD’nin Sovyetleri içerdeki adamlarını da kullanarak çökertmesiyle sona erdi.
90’lı yıllarda yaşanan büyük çözülme sürecinde ABD dünya jandarmalığını tek başına ele geçirdi. Kendi topraklarında başkalarıyla savaşmamış, savaş yıkımı yaşamamış bir ülkenin bu konuma yükselmesi her açıdan büyük bir felaket oldu. Bilhassa 11 Eylül hâdiseleri sonrası bütün dünyaya boyun eğdirdi, tek başına ‘süper devlet’ olarak egemenliğini ilan etti.
KİSSİNGER, BAKIN NE DİYOR?
Nitekim Henry Kissinger bir makalesinde şöyle demekte:
“11 Eylül Amerikalıların zihinlerine korkunç bir trajedi olarak yapıştı. Fakat tarih bize 21. yüzyılda dünya düzeninin değiştiğini pekâlâ gösterebilirdi. 90’lı yıllarda ortaya çıkan bazı kuru vehimler bugün itibariyle sona ermiştir. Uluslararası siyaset, dünya ekonomisi veya internet şebekesi sayesinde değişime uğrayabilirdi. Ya da AB, ABD’den tamamen uzaklaşıp kendi kimliğini oluşturmanın peşine düşebilirdi. Oysa Avrupa, ABD’nin diplomatik ve askeri kanallardan küresel teröre karşı açtığı savaşa iştirak etti.
Rusya da teröre karşı savaşta müttefik oldu. Çin bu konuda ABD ile bilgi alışverişine girişti, Afganistan ile savaşta Pakistan üslerini kullansa bile ABD ile Hindistan arasında ilişkiler gelişme seyrine girdi. İran’a karşı olumlu adımlar atıldı. 2. Dünya Savaşı’nda bozguna uğramış düşmanlar, Almanya ve Japonya, içerdeki muhalefeti bastırıp ABD’nin yanında yer aldı. Sözgelimi Almanya NATO sınırlarına asker yığdı, Japonya ise dayanışma adına Hint okyanusuna gemiler gönderdi. Altı ay öncesine kadar bütün bunların meydana gelmesi mümkün değildi.”
YENİ KONSEPT: MÜSLÜMAN-MÜSLÜMAN’A KARŞI
Kissinger, bildiğiniz gibi ABD’nin eski dışişleri bakanıdır ve aynı zamanda dünya düzeninin mimarlarından biri olarak bilinir. Nitekim bir gün şöyle demiştir:
“Bir sonraki savaş, Müslümanların kendi aralarında kopacak.”
Nitekim öyle oldu da…
Bu tarihten itibaren ABD istihbaratının gözetimi altında İslam dinini güya kendisine şiar edinen terörist cemaatler imal edilmeye başlandı. Bunların eliyle Washington yönetimi devletlere ve halklara dilediğini yapabilme imkânı buldu. Müslümanlara ait insanî kurum ve kuruluşlar da bu zihniyetin habis bir ur gibi yayılmasıyla töhmet altında kaldı. Hatta pek çoğu bu zihniyetin eline geçti.
ABD öncülüğündeki dünya düzeni, elindeki medya gücünü kullanarak Müslümanları terör ile ilişkilendirme yoluna gitti ve ezici gücü nedeniyle maalesef böyle bir algı oluşturmayı başardı. Bizim elimizdeki cılız imkânlar bu imajı silme noktasında çok yetersiz kaldı.
KORONA SONRASI YENİ PLAN NE?
100 yıldır sömürülen zengin petrol yataklarına sahip Arap halkı boyun eğmeyi reddetti. Karşı devrimler istenen neticeyi sağlamayınca, ABD coğrafyayı bölük pörçük edebilmek için yeni bir planı devreye soktu. Hem sadece Arap coğrafyasında değil, küresel ölçekte de işler eskisi gibi değildi. Çin, ekonomisi güçlü bir rakip olarak sahneye çıkmıştı. Türkiye beklenmedik bir atak yapmış, hesapları bozmuştu. Yeni plan kaçınılmazdı.
Koronanın hâkimiyet savaşında bir araç olarak kullanıldığı veya Çin laboratuvarlarından yanlışlıkla sızmış olduğu gibi iddiaları gündeme getirmek istemiyorum. Odaklandığım husus, ABD’nin bizim coğrafyamızı da ilgilendiren yeni planı.
Kissinger bu konuda da makale yazdı ve dikkatleri üzerine çekti. Devletlerin kendi başlarına yaptıkları eylemleri küçümseyen Kissinger, kurnazca bir şekilde “ABD tek başına bu korona işinin üstesinden gelemez” dedi. Bu elbette bir yalandı.
Tilki Kissinger, ABD’yi korona bahanesiyle diğer devletlerle tekrar bir ittifak haline gelmeye çağırıyor. Bu da korona sonrası yeniden ABD hâkimiyetinin pekişmesi anlamına geliyor. Bunun için önerdiği iki şey var? Manhattan Projesi’nin tekrar işlerlik kazanması ve Marshall yardımlarının canlandırılması.
MANHATTAN VE MARSHALL PROJELERİ
Manhattan Projesi, İngiltere ve Kanada’nın yardımıyla ABD’nin atom bombasını geliştirmesidir. Bu proje vesilesiyle ABD dünyadaki bütün bilimsel çalışmalara adeta el koymuş, bu konuda uzmanlaşmış Alman bilim adamlarını ülkesine kaçırmak suretiyle projeyi gerçekleştirme imkânı bulmuştur.
Marshall Yardımları ise ABD genelkurmay başkanı George Marshall tarafından ortaya atılan, aralarında Fransa, İngiltere ve Belçika’nın da bulunduğu 2. Dünya Savaşı’ndan etkilenen 16 devleti içeren ittifakın adı. Avrupa devletleri bu yardımlar sayesinde ABD hâkimiyetini kabullendi.
ABD, yeniden o eski güzel günlerine dönme hasreti çekiyor. Her şey elinden tamamen yitip gitmeden hamle yapmanın peşinde. Arap coğrafyasında planlar tutmadı, iktidardaki adamları zor günler yaşıyor. Çin’in nefesi ensesinde. Türkiye büyük bir güç olarak doğmanın eşiğinde.
Peki, bunu başarabilecek mi dersiniz?