Yaşasaydı Güneydoğu’nun Şeriati’si olurdu…

Güneydoğu’nun alimlerinden Molla Ubeydullah Dalar, tam 26 yıl önce 21 Aralık 1992 Pazartesi günü sabah namazını kıldırdığı Şehidlik Camii avlusunda; kimlikleri tespit edilemeyen merhametten mahrum kimseler tarafından, çivili sopalarla dövülerek, hunharca şehid edildi.
1988 yılı Nisan ayında kısa dönem olarak, Bilecik Jandarma Alayında başlayan askerliğimin ikinci merhalesini Silvan Jandarma Alayında tamamlayıp, terhis olduktan sonra Diyarbakır’a gelip, kendisiyle Şehitlik Camisi’nde birkaç saat sohbet etmiştim. İkinci görüşmemiz de Babası Molla Hadi Dalar’ın taziyesi için gittiğim, Mardin’deki Missuriye köyünde olmuştu.
Kendisini tanıyanlarca Güney Doğu’nun Şeriati’si olabilecek bir kişi olarak tanımlanan Molla Ubeydullah’ın en yakın arkadaşlarından birisi de,15 Nisan 1999 Perşembe gecesi, vefat eden Mehmet Atlan Hoca’dır. Mehmet Atlan Hoca’nın, Ubeydullah Hoca’nın şehid edilişinin akabinde kaleme aldığı yazı:
“Bismillahi Teala
Onlara bir musibet geldiğinde: “Biz Allah’tanız ve elbette O’na döneceğiz” derler. Rablerinin mağfiret ve rahmeti onlardadır. O’nun yolunda olanlar da (işte) onlardır.” 2/156-157.
Molla Ubeydullah Dalar kardeşimizin hunharca ve kalleşçe, Firavn’un varisleri, Yezid’in torunlarınca şehid edilmesini; büyük bir bela ve musibet olarak kabul ediyor, bu büyük musibet karşısında, Rabbimzin öğretisiye “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” diyoruz.
Hiç bir zalim, lâik, kemalist, tağut, çağdaş firavn ve Nemrut’un yavruları, bunların batılı patron ve yerli piyonları, bizi asla ve asla yolumuzdan döndüremez, azmimizi kırdıramaz, dirilen İslami gençliğin, coşmakta olan bu selin önüne baraj çekemez, çekemeyeceklerdir. Coşmakta olan bu selin, dirilmekte olan İslami gençliğin mecrasını değiştirmeye güç yetiremeyeceklerdir. Her ne kadar cahiliye erbabı, bizim bu söylediklerimizi idrak etmekten aciz iseler de, biz yine de bu hakikatin bilinmesini, burada belirtmiş olalım.
İşte Molla Ubeydullah Dalar böyle inandığı, inandığı gibi yaşadığı için, henüz yüzde yüz kesin olarak bilinmeyen ve fakat Yezid’in torunları oldukları kesin olan, Hz. Ali (as)’ın şehid edilişi gibi, sabah namazından sonra, caminin avlusunda, mechul ve mel’un kişiler tarafından, başına sopalarla vurularak, 21 Aralık 1992 Pazartesi günü şehid edildi.
Merhum Şehid Ubeydullah’ın ilmi kariyeri, şahsiyet ve mizacı neydi, nasıldı, O’nu tanıyanlar nasıl tanıyor ve nasıl biliniyordu? İşte Ubeyd’i en iyi tanıyanlardan biri, belki de birincisi olan ben, O’nu tanıdığım kadarıyla kısaca tanıtmaya çalışacağım.
Ubeydullah, aslen Mardin’in Mazıdağı ilçesinden olan, ilimce meşhur ve yörede sevilip sayılan Molla Hâdi’nin oğludur. Ubeyd mükemmel diyebileceğim bir Arapça biliyordu. Arapçayı babasının, şimdilik hayatta olan ve hâlen Mardin’de ikamet eden Molla Abdullah ve benim bilmediğim, başka mollalardan da öğrenmiştir. O, diz çökerek Nebevî terbiyeyle, Nebevî tedrisat görmüş, tam bir İslamî ahlaka sahipti. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, çok saygı gösterirdi. O, adeta ilme âşık biriydi.
Arapçanın dışında çok iyi düzeyde Farsça ve İngilizce bilmekte idi. Şehadetine kadar, bu çalışmalarını devam ettirdi. Bazen telefonda Şehid Mutahhari’nin Farsça kitaplarından ibareler okurdu. Kısa bir zamanda ve O’nun durumunda birinin, bu kadar güzel Farsçayı öğrenmesi, beni şaşırtmıştı. Çünkü O, hem büyük bir maddi sıkıntı içerisinde, hem de hukuk 4. sınıfı bitirmek için çalışıyordu. Ayrıca çocuklarına, çevresindeki bazı kişilere Arapça ve Kur’an dersleri veriyordu.
İslami mezheblere, şu ya da bu mezheb aliminin gözlüğüyle değil, Kur’an ve sahih sünnetin zaviyesinden bakardı.
O, kimi cahil ve garazkarlar gibi Şii, Sünni ayrımı yapmaz hepsini mü’min ve kardeş bilirdi. Mezhebler arasındaki fer’i mes’elelerin, farklı ictihadlarına saygı duyulmasını söylerdi.
Ubeyd, Kur’an ile o kadar haşır neşir idi ki, hangi ayeti sorsaydınız anında size çıkarıp gösterirdi.
Halkla iç içe, adeta onlarla bütünleşmişti. O, halkın içinden gelmiş gerçek bir halk çocuğu idi.
Sürekli olarak O, “Bu zavallı halka ne verdik ki onlardan bir şey beklemeye hakkımız olsun.” der, kendini ve haklı olarak bizleri de suçlardı. Çünkü O, gerçekten bir halk çocuğuydu. Bu yüzden mazlum ve muztazaf halkı en iyi anlayan, en iyi tanıyan ve onları en çok sevenlerden biriydi. Ubeyd Kur’anî bir ahlaka sahip idi. Çok mütevazi ve güler yüzlüydü. Kırk yaşına girmesine bir kaç ay kala, şehid edildi.
Yaklaşık 15 veya 17 yıldır Ubeyd’i tanırım. Yine yaklaşık olarak 10-12 yıldır ki, bizim mahallede imamlık yapmakta, ikamet etmekteydi. Yani Diyarbakır’ın Şehidlik denilen muhitinde, benim şahid olduğum kadarıyla, şehidlik semtinin sakin ve esnafları, onların dışındaki O’nu tanıyıp duyanlardan Ubeydullah’ın şehadetine üzülmeyen, O’ndan hoşnud olmayan bir tek insana rastlamadım, görmedim ve duymadım. Bu söylediklerime (ki bu şekilde yemin etmek hiç adetim olmadığı hâlde) Allah (cc)’ı şahid tutarak yemin edebilirim.
İşte kısacası M. Ubeydullah buydu. Kimliği, karakteri ve şahsiyeti böyleydi. O, kendini Allah(cc)’ın dinine adamış aydın, ileriyi gören, mücahid ve gerçek bir İslam âlimiydi. Daha birçok güzel özellikleri var ki, yazı uzamasın diye bu kadarıyla yetiniyorum.
Ya Rab! Bizleri de ahidlerini değiştirmeyenlerden eyle.
Ey mustazaf ve çaresizlerin, garib ve yalınayaklıların Rabbi olan Allah’ım, Türkiye şehidler kervanına bir mustazaf daha gönderdik, sana bir dost, bir sevgili gönderdik, kabul ve makbul eyle.”
Molla Ubeydullah Dalar ve Mehmet Atlan Hocalarımızın Ruhları için
El Fatiha…