Biz Türklerin tezgâha koyup pazarlayacağı, pazarlamaktan kâr umduğu hiçbir ideolojisi yoktur. Böyle olduğu için de pazarlamacılar çoğaldığında hemen endişeye kapılırız. Nedir bu endişemizin sebebi? Çünkü “vatan” gözümüzde öyle değerlidir ve onun için öyle çok bedel ödenmiştir ki birilerinin tuhaf bir rahatlıkla ortaya çıkıp hayallerini satmaya başlamasını bir türlü aklımız almaz. Dahası, tecrübeyle biliriz ki hayal kuranlar hep Türk’ün sırtında yol alırlar ve Türk, bitkinlikle tarihin herhangi bir anına yığılıp kaldığında, onlar kısa bir sefer kazancıyla hemen mahallerine geri dönerler. Ülkemizin hayal pazarlamacıları, ülkemiz kaybettiğinde de kazançlı çıkma noktasında mahirdirler. Siyasilerden bahsettiğimi sanmayın. Onlar nihayetinde itidali kaybettiklerinde millet tarafından bir çizgiye çekilirler. Ama ütopyacı entelektüellerin, maceracı sivil toplum kuruluşlarının vb. böyle bir çekincesi yoktur. Hayallerinden hiç geri adım atmaz, tam tersine cep telefonunuza şu meyanda mesajlar gönderirler: “Bayırbucak’ı kaybettik, Halep’i kaybetmemek için aşağıdaki hesaba yardım edelim.” Bayırbucak, yeterli para desteği vermediğimiz için elden çıkmış bir apartman dairesi gibidir. Biz Türkler, böyle kazanılıp kaybedilen bir vatan anlayışına ancak pazarlarda rastlarız…
Bu ülkede evvelden beri Türklerden bahsetmenin bir getirisi, bir pazar değeri olmadığı için, gönül rahatlığıyla kalem oynatabiliriz. Hayalperestlerin çoğu, bu topraklarda yaşadığı halde Türklerden pek hazzetmeyenlerdir. Öyle ki üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ve halkın içinde Türk geçen bir kelimeyle adlandırılmış olmasından bile rahatsızlık duyarlar. Onlara, “Peki ne ad verelim şu nöbetini tutuğumuz memlekete, şu on milyonlarca insana?” diye soracak olsanız, akla ziyan birkaç cevapla durumu geçiştirirler. İçlerinden kimileri de “Müslüman olmak yetmiyor mu?” der mesela. Hiç değilse bu ikinciler bir cevabı hak ediyor: Dünyada cahiliye dönemi olmayan tek Müslüman kavim Anadolu Türkleridir. Mısırlıların Firavunları, Arapların Latları ve Menatları, Farisilerin Ahuramazda ve Ehrimenleri vardır ama Anadolu Türkleri, kimliklerini bu coğrafyada İslam’la inşa ettikleri için, hafıza kayıtlarında Kadiri mutlak Tanrı’dan başka bir varlık yoktur. Bu safiyetleri yüzünden, çocuklarını memleket ahvaline göre yetiştireceğini söyleyen kurnaz bir cemaat lideri tarafından on yıllarca kandırılabilirler. Fakat onun da turnusolü vatandır. Vatana zarar verdiğini anladıklarında, dininden ve kimliğinden şüphe ederler. Bu topraklarda vatan, dinden bağımsız düşünülemeyen bir yerdir…
Sahibi belli olmayan bir yeri herkes hesabına göre kullanır. İlginçtir, bu ülkenin sahiplerinden bahsettiğinizde, sağlı-sollu cümle pazar ahalisi, sizi parazit yapan bir radyo gibi hemen bir kenara atıveriyor. Türk olmakla Türk milliyetçisi olmanın her zaman aynı kapıya çıkmadığını onlar da biliyorlar. Ama şu “radyo cızırtısına” da onu hemen gözden çıkarmaya müsait bir isim vermeleri lazım. Ve sonunda Türklerden başka herkesin kimliğini göğsünü gere gere söylediği, bir tek Türk olmanın çekilmez bulunduğu tuhaf bir kimlikler sofrası çıkıyor ortaya. İnsan bir an sormadan edemiyor: Acaba bu ülke, kimileri siyasi ve etnik hayallerini gerçekleştirsin diye özenle sahibinden bahsedilmeyen bir yer haline mi getiriliyor? Ama kültür siyasasının ve her türden hayal esnafının adını “malum sebeplerle” telaffuz etmediği bu millet, her gün birkaç evladını şehit veriyor. Geçtiğimiz günlerde onlardan biri, oğlunun şahadetini duyurmak için kapısına gelenlere şöyle sordu: Fatih mi Ferhat mı şehit oldu? Biz bu adamın kim olduğunu da kimliğini de çok iyi biliyoruz…
Art niyetli kimileri milliyetçilik yaptığımı iddia edebilir. Öyle düşünsünler, mesele yok. Ama hayal pazarlayan ve Türkler kaybettiğinde de kazançlı çıkanlar, bahsettiğim mevzuun milliyetçilikle bir alakasının olmadığını pekâlâ biliyor. Bu ülkede bir “ev sahibi bilinci” ve onun sımsıkı bekçisi olan bürokratik, siyasi, kültürel kadrolar ortaya çıkmadıkça, kendimize de başkalarına da pek bir hayrımız dokunmayacak. İslam dünyasının istikbali bin yıldır Türklerin varlık derecesiyle ölçülüyor; şimdilik bu mesuliyeti yüklenebilecek bir başka kavim de görünmüyor ortalarda. İçinden geçtiğimiz koşullarda doğal olarak dönüp bir durum tespiti yapıyoruz: Ordumuzun içine saklanmış birileri meclisimizi bombalıyor, polisimizin içine saklanmış birileri bir elçiyi katlediyor; belediyelerin resmi araçları intihar saldırılarında kullanılıyor; resim olabildiğince açık, hiçbir flu yan kalmamış. Ve biz Türkler, herkesin bir başka amaç için hücrelerine sızdığı ve sızdırıldığı vatanımızda yapayalnızız. Öyle de olsak, Yahya Kemal’in İstiklal Harbi esnasında kayıt altına aldığı bir hakikati, tarihin şu zor koşullarında aynı bilinçle dillendirmeye devam ediyoruz: