Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1921 tarihli zabıt ceridesine dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin konuşması şöyle kaydedilmiştir: “Arkadaşlar, hatırlarsınız Maarif Vekâleti son mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiir geldi. Arada yedi tanesi en fazla evsafı haiz olarak görülmüş ve ayrılmıştır. Yalnız Vekâlet yapmış olduğu tetkikatta fevkalade kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen Mehmet Akif Beyefendiye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vadedilmiştir. Hâlbuki bunu kendi isimlerine takrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lazım gelen tedbiri alırız ve icabeden ilanı yaparız dedim. Bu şartla büyük dinî şairimiz bize fevkalade nefis bir şiir gönderdiler.”
Bu kısa konuşmanın ardından Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif tarafından kaleme alınan ve “kahraman ordumuza” ithaf edilen İstiklâl Marşı’nı mebuslara okumaya başlar. Ve daha “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraını söyler söylemez bir alkış tufanı kopar…
Hamdullah Suphi Bey’in “Maarif Vekâleti son mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat etmiştir” cümlesini biraz açmak gerekir. 1920 yılının Aralık ayında Meclis tarafından 500 lira ödüllü bir marş için ilan verilmiş, yani şairlere çağrı yapılmıştır. İçlerinde Kazım Karabekir, Kemalettin Kamu gibi isimlerin de bulunduğu 724 kişi bir marş yazarak yarışmaya katılmış fakat istenilen ölçüde kuvvetli bir eser bulunamamıştır. Bir süredir Ankara’ya yerleşmiş bulunan Mehmet Akif ise, ödülle bir “İstiklâl Marşı” yazmak istemediği için bu yarışmaya katılmamıştır.
Hamdullah Suphi, Akif’in dostu Hasan Basri Çantay’ı araya sokarak ve endişelerini giderecek bir yol bulunacağını temin ederek onu bir marş yazmaya razı eder. Ödül Hilal-i Ahmer’e bağlı “Ev İşi” adlı bir hayır kurumuna verilecektir. Akif, ikamet ettiği Taceddin Dergâhı’nda İstiklâl Marşını 10 günde kaleme alır ve Sebîlürreşad mecmuasında yayınlar. Ardından da yukarıda değinildiği gibi mecliste alkışlar ve inşallah nidaları arasında okunur ve kabul edilir. Marş İngilizce, Fransızca, Farsça, Macarca gibi dillere de çevrilerek, cümle âleme duyurulacaktır…
98 yıldır Milli Marşımız olan bu şiirin hem şairi hem de içeriği açısından gönlümüzde müstesna bir yeri vardır. Şairi Mehmet Akif, daha Balkan Harplerinden başlayarak, milletimizin tarih karşısındaki büyük imtihanını bütün tehlikeleriyle görmüş, adeta can havliyle kendini cepheye atmıştır. Pek çok şairin İstanbul dışına çıkmadığı bu ateşten ve kandan günlerde Akif, Teşkilat-ı Mahsusa ile bir nefer gibi çalışmış, 1914’de Berlin’deki Müslüman esirlerle irtibat kurmaya gitmiş, bir yıl sonra da Kuşçubaşı Eşref Bey’le birlikte Hicaz’ın yolunu tutmuştur. Yol boyunca istasyon binalarında konaklayarak, Çanakkale’den gelecek hayırlı bir telgraf haberini beklemişlerdir. O haber geldiğinde hüngür hüngür ağlamaktan kendini alamamıştır.
Ama milletimizin büyük imtihanı henüz bitmiş değildir. Birinci Cihan Harbinin hemen bitiminde Anadolu işgal edilmiş, Mehmet Akif yine can havliyle Ankara’ya gelerek bu kez de Milli Mücadele’ye destek vermeye başlamıştır. Büyük şairin nutukları yazıya geçirilmekte, ordugâhlara ve Anadolu’nun diğer şehirlerine dağıtılmaktadır. Millet, Akif’in ateşiyle ateşlensin istenmektedir. Dili adeta tek kişilik bir ordu gibidir. Harp sırasında bir marş kaleme alınmasını isteyenler, bu marşı en iyi yazacak kişinin Mehmet Akif Bey olduğunun farkındadırlar. İstiklâlimizin şiirini kaleme alan Akif, bir dua gibi şöyle diyecektir: “Allah bu millete böyle bir marşı yazmayı bir daha nasip etmesin!”
İstiklâlimizin şiiri cesaret ve ümitle başlar: Korkma! Korkma, çünkü bu topraklarda son bir ocak kalıncaya kadar bu sancak göklerde salınmaya devam edecektir. Şair ilk kıtada olduğu gibi ikinci kıtada da “devlet-i ebed müddet” fikrini bir kez daha zihinlerimize kazımayı amaçlamıştır “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım” mısraı bu düşüncenin şiir yoluyla izharıdır. İstiklâl Marşı’nın, neredeyse her bir mısraında yaşadığımız topraklara, burada varlık sürmemizin sebeplerine, milletimizin kimliğine ve tarihi gayesine dair hakikatler, imalar ya da açık tarifler vardır.
Doğu ve Batı arasındaki fark resmedilir mesela; toprağımızın bereketi şehitlere bağlanır, ezanların ve şehadetlerin ne manaya geldiği beyan edilir. Bu gün İstiklâl Marşı’nı bir “Milli Mutabakat Belgesi” olarak kabul etmemizin sebebi, onun bir marşın ötesinde, “bize” dair bir varlık beyannamesi olmasındandır. “Korkma” diye başlayan bu Türk nidâsı, Anadolu’da teşekkül etmiş “milletin” kimliğini, tarihiliğini ve istikbalini ebediyyen muhafaza altına almıştır…