Keşke safları sadece camide değil sahada da sık tutabilsek. Biz sık tutmayınca çerçöp birikiyor ve bir rüzgarda matah görünen haysiyetsizlikle savaşamıyoruz.
Bütün kötülerin hakikatle mesafesini uzatan yal tabağına yalan denir. Onlar yalandıkça siz gerçeğin erimesini çaresizce izlersiniz. Yalan gerçekle savaşamayanların kazandığı imitasyon zafer. Yalan size kurulacak tuzaklarda ilk kazma darbesi. Yalan sadece kıyıya vurmak için deryadan vazgeçenlerin çektiği kürek. Yalan sadece yüzsüzlük makyajıyla güzel gösteren. Yalan ve nefret ayrı yumurta ikizi lakin aynı kalpte döllendiklerinde ortaya çıkan şeyin talibi bol. Ve yalan gerçeği bir köşede oyalayan…
Yalan, duymak istediklerinizi sizin için listeleyen şeytanın istihbarat ofisinde üretilir. Tek yağmur damlasıyla bir sıva döküntüsüne bir makyaj akmasına bakar yalanın yaşı. Gerçek, yalanın ecelidir, lakin herkes inanarak o yalanın ömrünü uzatır.
Böyle nefessiz bir girişi nereye bağlayacağımı merak ediyorsunuz biliyorum. Anlatayım… Bu topraklardayız, Aşık Veysel’in sadık yârine o aşığın yokluğunu öyle hissettiriyoruz ki, yerini geçici güftelerle doldurmaya çalışıyoruz işte.
Bu topraklardayız omuzlarımız kardeşimizin omuzlarıyla eskirken bir tarafımız hainliğin posasıyla karnını doyuran şeref açlarıyla dolu.
Yalan ahlâk sorunudur, lakin aylaklar da onun mesaisindedir. Haftalardır bir felâket silsilesine dûçâr olduk. Enkazda kaldık, çığ çığ düştük.
Peki daha da acı olan?
Enkaz altından çıkarılan Azize’nin Emine’sidir bu ülke. O toprağın altında son nefesini azar azar alan çaresizlere koşturan Kızılay’ı gördük. Öyle siper olmuşlardı ki o canların üzerine, suçları sadece Yusufları kuyulardan çeken Yakup olmaktı. Lakin şerefsizlik hiçbir zaman boş durmaz. Bu başarının cezasını çektirmek isteyen, ölü sayısınca yalana gerdan kıran onursuzlar da vardı. Cumhuriyet Halk Otobüsü baş muavini Kılıçdaroğlu, Elazığ’da Kızılay çadırına girmesine rağmen grup toplantısında “Kızılay’ın bir tek çadırını görmedim” diyerek omurgasının protez olduğunu ıspatlamış oldu .
Hafıza kartı yükleyin desek tarihine geçmişine ecdadına bakışı kart olandan çok şey istemiş olacaktık. Kılıçdaroğlu o çadıra girdiğini unutarak yahut da bizim hatırlamayacağımızı sanarak bize bir kez daha adam olmadığını hatırlatmış oldu. Teşekkürler Kılıçdaroğlu.
İşte bu bir battal boy yalandı, bir muhalefet parti liderlerinin yalanma acizliğine düştüğü yalan. Alçaklığın fay hattı olmaya devam ettikçe bunların enkazıyla savaşmaya devam edeceğiz.
Peki daha sonra ne oldu?
Van’da bir çığ felaketi yaşadık. Lapa lapa hüzün yağdı. 41 hayat kayıp. ‘Üşüyoruz’ demeye utandığımız dakikalar. Bir tv’nin Ankara Temsilcisi verdiği haberin doğruluğunu araştırmadan Bahçesaraylı Cumhurbaşkanı Danışmanı Gülşen Orhan’ın tedbirsizlik yaptığını iş makineleriyle yol açtırdığını iddia edip çığ felaketinin bu yüzden yaşandığını söyledi. Bilumum sansar gür sazanlar habere çullanıp kemirmeye başladılar. Gülşen Orhan çığ altında kalanlardan biriydi. Kurtarıldıktan sonra bütün gerçekliğiyle olayı anlattı, lakin gerçeğin yürüyüşü yalanın hızına yetişemedi.
O Ankara temsilcisi, özür üstüne özür diledi fakat nafile ne Gülşen Orhan’ın hayasızca yediği lincin, nefret dolu sözlerin önüne geçebildi ne de böğürenlerin kanlı sesi kesildi.
Yalan neye iman ettiğinizin de bir göstergesidir.
Eğer Hucurat Suresi’nin 6. Ayet-i Kerimesindeki “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun aslını araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz” hükümler medyanın meydanında dursaydı…
Ruhumuzun adamlığımızın kapı girişine bu ayeti asabilseydik, izzet, şeref, vicdan, merhamet mücadelesinde bu kadar erken havlu atmazdık.
Ne diyeyim, Rabbim yürüyen enkazlardan, üzerimize boca edilen çığ çığ yalandan, şeytanın kahkahalarını bize duyuran sahte yüzlerden hepimizi korusun…