Geçenlerde, Finlandiya’ya giden iki Iraklı mültecinin fotoğrafı ilişti gözüme. Bir yandan can kaygısıyla, diğer yandan daha iyi bir hayat umuduyla gittikleri Finlandiya’yı sevemedikleri, benimseyemedikleri için, kaçıp kurtulduklarını sandıkları ülkelerine, Irak’a dönmüşlerdi ve toprağı öpüyorlardı. Öptükleri toprak değildi, vatandı.
O iki Iraklının yansıdığı fotoğraf, onlar gibi milyonlarca insanın acısını resmediyor. İkinci dünya savaşından bu yana en büyük göç dalgası yaşanıyor günümüzde. 60 milyondan fazla insan, zorla, zorbalıkla yerinden yurdundan edilmiş, vatanlarından uzaklaştırılmış, göç ettirilmiş, bir çınarın kökleriyle birlikte toprağından sökülmesi gibi topraklarından koparılmış. Bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış o insanlar; bombalar, işkenceler, tecavüzler, gözünün önünde gerçekleşen katliamlar, açlık, salgın, çaresizlik gibi derin acılar yüzünden vatanından uzaklaşmak zorunda kalmış kimseler. Ama o sığınmacıların canını yakan asıl şey, gözlerinin önünde gerçekleşen katliamlardan çok, kuşkusuz, vatansız kalmalarıdır. Bir avuç toprağa, bir avuç ama kendine ait toprağa hasret kalmış olmaktır.
Güçlü bir duygudur hasret! Öğrendiğimiz bir duygu değildir bu, kurgu değildir, sahte değildir. O hep kalbimizin içinde bir yerdedir. Hummalı bir vatansızlık ateşine tutulduğumuz anda, mahzunlaştığımızda ortaya çıkıverir.
Dünyanın en güçlü şiirleri ya sürgünde ya gurbette yazılmıştır.
Nazım Hikmet’in en büyük acısı, Cumhuriyet gazetesinin, vaktiyle, “yüzüne tükürün” deyip fotoğrafını koyması değildi hiç kuşkusuz. Vatansızlık acısını çekmesiydi. Bana kalırsa Nazım, en çok, “Yeditepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü”, ya da “memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak” derken Nazım’dır.
Mehmet Akif, arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın” derken, “verme, alsan da, bu cennet vatanı” derken Mehmet Akif’tir.
İnsan annesine olduğu gibi, vatanına da göbek bağıyla bağlıdır.
İnsan, vatanında, babasının yanında olduğu gibi güvende hisseder kendini.
Çünkü vatan; tarla değildir, arsa değildir, arazi değildir, coğrafya değildir. Alelade topraklardan müteşekkil bir kara parçası değildir. Bir kalbi vardır. Ruhu vardır. Kimliği vardır. Zaten onun için, üzerinde yaşadığımız bu topraklar; ırmaklarıyla, dağlarıyla, ovalarıyla, gökyüzüyle; tarihiyle, kültürüyle, ezanlarıyla, müzikleriyle, şiirleriyle, hikâyeleriyle, acılarıyla, sevinçleriyle, bayramlarıyla salt bir coğrafya olmaktan çok daha büyük bir değer olan işte bu topraklar, onun üzerinde bir hayat, bir tarih, bir medeniyet inşa eden, bir aile kuran, arkadaşlıklar kuran bizim için bir vatandır.
Onun için vatanımızın alçakların eline geçmesini istemeyiz. Onun için “arkadaş, yurduma alçakları uğratma” sakın deriz.
İnsanın adının anlamı bile en nihayetinde vatandır. En azından benim için öyledir. Daha önce, bir yerlerde, vatan mevzubahis olunca (özetle) şunları yazmıştım:
“Adım Murat. Aslı Arapçadır. Ama Araplar bu kelimeyi çocuklarına çok ama çok nadiren isim olarak verirler. Çünkü onlar daha çok murat ederken kullanır bu kelimeyi, oysa parçası olmaktan şeref duyduğum bu millet, onu özelleştirmiştir; bu topraklarda yaşayan yüzbinlerce çocuğun adıdır Murat; bu vatana özgüdür. Bize özgüdür. Bana özeldir.
Oğlumun adı Ömer. Aslı Arapçadır. Ama Araplar ‘Ömer’ demezler, Omar derler. Şu yeryüzünde onu ‘Ömer’ diye telaffuz eden yalnızca bizleriz. Oğluma bu ismi verirken murat ettim ki, dünyanın neresine giderse gitsin, adını söyler söylemez ait olduğu vatan bilinsin. Eğer vatanım olmazsa oğlumun adının anlamı da kalmaz. Benim için vatana ihanet etmek, oğlumu katletmek gibidir.
Kızımın adı Elif. Aslı Arapçadır. Ama onu Türk kılan şey, benim onu çocuğuma Karacaoğlan yüzünden vermiş olmamdır. Çünkü bizler, Karacaoğlan’ın mirasçıları olan bizler, ‘İncecikten bir kar yağar, tozar elif elif diye’ bir sevmek biliriz. Bizden başka kimselerin bilmediği bir sevmektir bu. Bu vatana özel bir sevmektir. Böyle bir sevmek görülmemiştir.
Ben bir zebra olsaydım; otların yeşerdiği her yeri vatan sayardım kendime, vatan doğduğum değil doyduğum yerdir derdim; doyduğum, otlandığım… Ama derdim doymak değildir ki dermanım otlanmak olsun. Benim derdim toprağa ait olmaktır, doğduğum topraklara ait olabilmektir; orada bir hayat kurabilmektir. Ve vatan; sadece doğduğumuz, yaşadığımız yer değil; aynı zamanda ölmek istediğimiz yerdir.”
Ne zaman sokaklarda vatanından ayrı kalmış insanları görsem “vatanımız” dediğim bir toprağımızın olduğu aklıma gelir ve şükrederim. Hele ki, vatanımızı çepeçevre kuşatma projelerinin yapıldığı bugünlerde, çok daha fazla şükrediyorum. Siz de şükredin. Bugünler, yeni bir vatan mersiyesinin yazılması gereken günlerdir.