Unutulmaz konak iftarları

Yoksulların daha çok hatırlandığı, kıymet verilen her türlü değerin paylaşıldığı, sabretmenin verdiği huzurun iliklere kadar hissedildiği Ramazan ayı, Osmanlı toplumunda sadece Müslümanları değil gayrimüslimleri de derinden etkiliyordu. Evlerde Ramazan için yapılan hazırlıklar haftalar öncesinden başlıyor, tüm hane halkını yorucu ama bir o kadar da tatlı bir telaş sarıyordu.

Bizde Ramazan ayının yaklaştığı, hanelerin kiler alış verişlerinden anlaşılırdı. Geçmişte, bugün olduğu gibi istenilen ürünlere her yerde rahatça ulaşılamadığı için alış verişler genellikle toptan yapılmaktaydı. Hali vakti yerinde olan aileler, teneke teneke yağ, çuval çuval un ve Tosya pirinci, küfeler dolusu patates ve soğan, ramazan tatlıları için şeker, paket paket makarna ve şehriye, bilhassa sahurda tüketilecek olan hoşaflık kayısı, erik, üzüm, tatlı niyetine yenilecek pestil, ayrıca zeytin ve peynir çeşitleri, Kayseri mahsulü sucuk ve pastırma, akşamları teravihten sonra tüketilecek kuruyemiş ve işlenmemiş kahve alarak kileri ağzına kadar doldururlardı. Bu arada evlerin temizliği de önemliydi tabi. Ramazana iki hafta kala evler baştan başa temizlenir, çamaşırlar yıkanır, biçki dikiş işleri tamamlanırdı. Şehir sokakları evlerden yayılan mis gibi kokularla dolarken esnaflar da dükkânlarını Ramazan öncesi muhakkak temizlerdi. Ramazan temizliğinden camiler de nasibini alıyordu. İmam ve müezzinler, halıların süpürülmesine, ayakkabılıkların tamir edilip camların temizlenmesine, şadırvanlardaki tasların ve abdest musluklarının iyice yıkanmasına hademelerle birlikte eşlik ediyorlardı.

Ramazan denilince mahyacıları da unutmamak gerek. Onlar da son hazırlıklarını yaparak Berat Kandili ile birlikte Selatin Camilerinde sanatlarını icra etmeye başlardı. Bu arada bazı güzel sesli imamlar da zengin konaklarında bir ay boyunca teravih kıldırır, civardan isteyen herkes bu konaklardaki namazlara iştirak edebilirdi.  Üstelik ekâbire ait olan bu konaklar sadece teravih için değil iftar için de mahalleliye açıktı. İsteyenler bu zengin sofralarda oruçlarını rahatça açıyorlardı. Ramazan ayında matbuat hayatı da canlanır, tirajlarını arttırmak isteyen gazeteler Ramazan müsabakaları düzenlerdi.

Bugünün iftar çadırları gibi

Ramazan ayı, bugün bilhassa belediye, dernek ve vakıfların otuz gün boyunca düzenledikleri etkinliklerle çok renkli geçmekte. Elbette zaman zaman kantarın topuzunu kaçırıp bu mübarek ayın anlamından uzak işler de yapılmıyor değil maalesef, lakin memleketimiz her şeye rağmen hâlâ inancın, merhametin, sevginin merkezi konumunda. Bu hususiyetimizi geçmişimizde de görmek mümkün.

Bundan bir buçuk asır evvel, vezir konaklarındaki Ramazan iftarları çok renkli görüntülere sahne oluyordu. Kübera hanelerinde iftar için verilen hususi davetlerle aynı anda, neredeyse tüm mahalleli, konağın odalarında kurulmuş olan sofraların başında toplanıyordu.

Unutmadan söyleyelim, o yıllarda zengin ve fakir aileler aynı mahallede kader ortaklığını devam ettirmekte henüz bir sakınca görmemekteydi. Üst düzey devlet erkânının konaklarında Ramazan akşamları tatlı bir telaş yaşanır, süslü ve mükellef sofralar kurulur, bu sofralardan kimse mahrum bırakılmazdı. Akşam ezanına az bir vakit kala konak sahibi misafirlerini ayakta karşılar, herkes sofrada yerini alınca imam efendi güzel sesiyle Kuran tilavetine başlardı. Atılan topla birlikte misafirlerin oruçlarını ikram edilen zemzemle açması adettendi. Sofraya iftariyelik olarak konan bin bir çeşit reçeller, Ramazana mahsus çörekler, sucuk ve pastırmalar, peynirler, özel olarak getirilen hurmalar, türlü türlü zeytinler midelerden önce gözleri doyuruyordu.

Tatlısız Ramazan olmaz

İftariyeler yendikten sonra tiryakiler sigaralarını yakar ya da enfiyelerini çekerdi. Bu sırada isteyen olursa yemek başlamadan evvel konağın müsait bir yerinde akşam namazı için cemaat yapılırdı. Yemekte konuklara muhakkak iki çeşit çorba, genellikle kıymalı veya pastırmalı yumurta tepsisi, etli veya sebzeden mürekkep bir ana yemek ve peynirli yahut ıspanaklı kol böreği ikram edilmekteydi. Ardından da Ramazanın olmazsa olmazı tatlı faslına geçilirdi. Cevizli ve fıstıklı baklava, samsa, revani, şekerpare, dilberdudağı Ramazan ayında sıkça tüketilen tatlı çeşitlerindendi. Bunlardan bir veya ikisinin sunulmasının ardından teravih vaktine kadar konuklar, kahveler eşliğinde sohbete kaldıkları yerden devam ediyordu. Buradaki en önemli husus, mükellef iftar sofralarından mahallede bulunan tüm yoksulların da istifade edebilmesiydi hem de hiçbir ayrım gözetilmeden…

Akif Paşa’nın konağı

Ramazan ayında vezir konaklarında mutlaka musikiden anlayan bir imam ve sesi güzel bir müezzin bulunurdu. Mevsim yaz ise sofada, kış ise genişçe bir oda da teravih namazı kılınmaktaydı. Her dört rekâtta bir, bugün artık unuttuğumuz çeşitli ilahiler hep birlikte söylenir, namazın sonunda da imam efendinin Kuran okumasıyla teravih hitama ererdi. Ramazanın en mühim adetlerinden olan “diş kirası” (küçük hediyeler) misafirlere konaktan tam ayrılırken dağıtılırdı. Bu arada zaman zaman iftardan sonra sohbetler uzar, yine aynı misafirlerle bu sefer sahur yapılırdı. Lakin sahur sofraları, iftardaki gibi çok çeşitli değildi. Sahur sofrası, suyu alınmış söğüş et veya ızgara köfte, ev yapımı makarna, hoşaf ve sütlü hafif bir tatlıdan oluşmaktaydı. Mahalleli vezir konaklarındaki iftarlara katıldığı gibi sahurlara da katılabilirdi. Sultan II. Abdülhamit devrinde Ramazan iftarlarının en kalabalık olduğu konak, maliye ve dâhiliye nazırlığı da yapmış olan Akif Paşa’ya aitti. Konağının tüm odalarına sofralar kurulur yaz iftarlarında ise konağın bahçesi boydan boya yemeklerle donatılırdı. Ardına kadar açık olan bahçe kapısından girmek isteyenlere de kimsin nesin diye sorulmaz, bu mübarek ayın bereketi herkesi kuşatırdı.

Merhametin sağanak misali üzerimize yağdığı, yoksulların tekrar unutulacaklarını bildikleri halde yüzlerinin güldüğü, cennet kapılarının ardına kadar açıldığı mübarek Ramazan ayına bizleri ulaştıran Cenab-ı Allah’a sonsuz şükür…