Ucu Afrika’ya açılan sofra

Semt yüz yıllardır orada, ancak 13 yıldan bu yana kentsel dönüşüme tabi. Oldum olası büyükelçiliklerin mesken alanıydı. Cumhuriyet’ten sonra büyükelçiliklerin Ankara’ya taşınmasıyla, konum kaybı yaşamaya başladı. Varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, türlü göç dalgaları… Şehrin merkezinin taşrasıydı bir bakıma; gün görmüşlüğü ve açık kapılarına karşılık imkânları kısıtlıydı. Yoksullar, kent düşkünleri, damgalılar, göçmenler, mülteciler orada kendilerine bir sığınak bulabilirlerdi. Hayatın iki yüzünü haizdi: Umarsız ve neşeli. Darbeler gerçekleşir, ekonomik krizler yaşanır, ancak onun sokaklarında oynayan çocuk sayısı azalmazdı.

1980’lerde Dalan tam 350 tarihi binayı yıkarak, Çukur Mahallesi’ne ulaşmak için geçtiğim şu çirkin, garip bulvarı yaptı yerlerine. Bu yıkım sonraki dönemlerde de Tarlabaşı’nın yıkılarak ıslah edilecek bir semt olduğu hükmüne temel oluşturdu.

Çukur Mahallesi’ne inmek için geçtiğim sokakların hepsinde çocuklar canla başla oyun oynuyordu. İftarın gerçekleştiği sokağı sormak için girdiğim bakkal, “Biraz önce başka bir hanım da sordu”, dedi.

Her yaşta insan ellerinde yemek kaplarıyla şehrin uzak yakın köşelerinden Çukur Mahallesi’ne akıyor. Bu iftarlar 7 senedir sürüyor. Hale Kaplan Öz her hafta gidiyor çocuklarıyla. Hiç kesilmeyen sokak sesleri arasına yerleşebilir iftar sofrası duaları, diye düşünmüş Kadir Bal ve arkadaşları. Urfalı Mehmet Bey’in evi yolcuya yoksula hastaya açık. Çocukluk arkadaşıyken eşi olan Fatma Hanım’la birlikte insanlığın ölmediğini göstermeye kendilerini adamışlar sanki. Kadir Bal, çiftin evinden “iyilik noktası” diye söz ediyor. Onların hemen karşısında Ganalı Monika Hanım’ın kafesi var; ağırlıklı olarak Afrikalıların devam ettiği bir mekân. Üç çocuk sahibi Monika 6 yıldır Türkiye’de; geçimini öncelikle rasta yapmaktan kazanıyor. Afrikalı, özellikle Ganalı mülteciler bu sokak iftarlarının asli katılımcıları; iftar sonrası dualarını da onlar gerçekleştirdi. Sokağın biraz yukarısında ise köşede Ramazan Bey kimsesiz kedi ve köpeklere sahip çıkıp evine almış; içlerinde savaştan kaçan mültecilerin kedileri de var.

Bu sokağa kurulan sofranın ucu açık; her gelen bir köşeye yerleşiyor. Hizmet ehli gençlerin eliyle ulaşıyor çorbalar. Pideler pay ediliyor, çaylar elden ele, tatlılar kutularda dolaşıyor. Kimseyi dışlamıyor sokağa açılmış bir sofra, gelene kimlik sormuyor, ahlakını yargılamıyor, ibadetin ruhuna uygun olduğu üzere bir başlangıç paydası sağlıyor.

Ramazan ve sanat arasında bir bağ kurarım hep. Sanat müzelerde ve galerilerde gerçekleşmiyor. Hayatı sanatkârane yaşamanın niceliğini düşündürüyor bu sofra.

Din, en düşmüş insana toparlanma fırsatı sunar, ibadet de işte bunu kavrayacak bir ruhsal/fiziksel yalınlık bahşediyor olmalı mümine. Tarlabaşı sokak iftarlarının kurucularından Kadir Bal, “Biz bu nedenle iftarlarımıza ‘Dertleşme İftarı’ diyoruz” diye belirtiyor. Önce evlerde başlatılan iftar katılanların sayısı arttıkça sokaklara taşındı hasırlarla, yer sofralarıyla. Dolayısıyla o sokaktan geçmesi muhtemel herkes bir kenarına ilişti, evsizler, her türlü şiddete (erkek şiddeti, ekonomik, etnik, kriminal şiddet) uğramış insanlar. İftar bittiğinde bir Afrikalının arkasında namaza durmaya özen gösteriyor topluluk, sinsi veya açık hiyerarşi kabullerini kırmak adına. Gelenlere, zor durumda olanların bilgileri verilip bir yardımlaşma ağı oluşturuluyor. Ruhsuz bağışların yerini kardeşliği hissettiren dayanışma alsın; amaçlanan bu. Yüz yüze gelme, dokunma, Afrikalılardaki dışlanma hissinin yaralarına iyi geliyor. İslamcı, anarşist, solcu çevrelerden katılımcıları olsa da sürekliliği sağlayanlar İslamcı. Tanışılan evsizleri Şefkat-Der’den Hayrettin ağabeye yolluyorlar, dernek de onlara madde bağımlısı gençleri yolluyor. Tanımlanmış bir siyasi hedef gütmüyorlar bu sofralarla, kimliksiz, vatansız, dışlanmış insanlara yardım kanalları açmak ve dertleşme ortamı hazırlamak asıl hedef. “Bu sofraların politik olarak sivrilmesini hiçbir zaman istemedik. Bunun altını hassasiyetle çizdik” diye vurguluyor Kadir.

Yerdesin, toprağın üzerinde, seccadesi kumdan olanın izinde, sıcak pide elden ele dolaşıyor, unutulmuş bir isim hatırlanıyor, yıldızlar sönük olsa da fark ediliyor, insanın yeryüzündeki hikâyesinin soruları en yalın bir şekilde cevap buluyor selamda. Afrikalıların çoğunun oturma izni var ama çalışma izni yok. Çoğu sigortasız ve asgari ücret altında çalışıyor. Bu işler inşaat işlerinden tutun kâğıt toplayıcılığına kadar yayılan bir yelpazede beden gücü isteyen ağır işler.  Çalıştıkları işlere “çabuk çabuk” dediklerini öğrendim daha sonra Kadir’den. Çünkü işe girdiklerinde kendilerine ilk söylenen ve daha sonra hep tekrarlanan söz şöyle: “Çabuk çalışın lan, çabuk çabuk çalışın.” O yüzden iş, kendi aralarında “çabuk çabuk” olarak adlandırılıyor. Bir yerden paralarını alamadıkları zaman bizi arayıp “Çabuk çabuk’tan paramızı alamadık. Çabuk çabuk paramızı vermiyor” diye anlatıyorlar.

Bu iş baskısının tabii sonucu olarak ütü yapmaktan kollar tutamaz hale geliyor, kuralsız kaidesiz ortamlarda çalışan işçilerin. Acımasız iş ortamlarında kaybolmamak açısından içtenlikli bir selam, aile sıcaklığını duyuran bir kâse çorba, tehdit veya korku içermeyen bir sohbet nasıl da değerli!

“Afrika denilince aklınıza ne geliyor?” Kagem’in (Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Aile ve Gençlik Merkezi) Kocatepe Gençlik Fuarı’ndaki bir standta çıkmıştı bu soru karşıma, 8 Mayıs’ta. Açlık mı, safari mi, ünlü modeller mi, kabile savaşları mı, neyi hatırlıyoruz? Afrikalı mültecilerle bu soru üzerine de konuştuk iftar sonrası sohbetinde. Kıtalarının “kara” sıfatıyla anılıp bütün zenginliği ve genişliğiyle tek bir meseleye indirgenmesinden rahatsızlar.  Her hususiyeti yutan “Kara Kıta” parantezi “tekinsiz Afrikalı” imajını da yanı sıra geliştirdiği için umutlarının önünde büyük engel.  Kadir, Hz. Hacer’i hatırlatan bir söylem üstünden Afrikalıların yaşadığı imaj baskısını sorgulama ve yerine fıtri olanı getirme çabasının altını çiziyor.

Sadece Ramazan’la sınırlı kalmıyor Tarlabaşı buluşmaları.  Ramazan ve Kurban Bayramlarının üçüncü günleri ikindiye müteakip, çay ve tatlı ikramıyla çocukların çuval yarışı ve bütün yarışmacıların ödüllendirilmesi şeklinde Türkiyeli ve mülteci çocukları kaynaştırma programı içeriyor. Yıl içindeki bütün faaliyetlerde amaçlanan ise bir aile havuzu kurup geliştirmek. Mesela Peygamberimizin kardeş aile modelini örnek alarak, bankaya yakasını kaptırmış bir aileyi birkaç aile ile buluşturmak suretiyle borcun kapatılmasını sağlıyorlar. Dayanışma sebepleri aranınca bulunuyor ve işte bu nedenle aşırı yorulmaya gönüllü Kadir Bal ve arkadaşları.

İmece usulü hazırlanan ucu açık sofra bir umudun, güven duyuran bir safiyetin, tanıma ve tanışmaların zemini.  İnsanların güvenlik adına yüksek duvarların arkasına çekilmeye teşvik edildiği bir küresel erozyon altında böyle bir sofrada buluşmak ne büyük bir nimet.