2018 yılında Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na 2 milyon 322 bin 421 kişi başvurdu. İmtihan neticesinde 839 bin 490 kontenjandan 710 bin 982’sine yerleştirme yapıldı.
YÖK’ün açıkladığı istatistiklere göre 2017-2018 öğretim yılında üniversitelerde toplamda 7 milyon 560 bin 371 öğrenci bulunmakta.
Milli Eğitim İstatistikleri-Örgün Eğitim 2016-2017 verilerine göre ise ortaöğretimde 5 milyon 513 bin 731 öğrenci okuyor.
Yukarıdaki verilere göre, Türkiye’nin 15-24 yaş aralığındaki genç nüfusunun yaklaşık 13 milyonu “öğrenci” statüsünde ve istihdam dışı tutuluyor.
Ortaöğretim ve üniversite eğitiminin iktisadî ve içtimaî hayatı doğrudan etkilediği anlaşılmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), 2019 Ocak ayına ilişkin işsizlik rakamlarında genç nüfusta (15-24) işsizlik oranının yüzde 26,7’ye ulaştığı belirtildi.
Görünen o ki, Türkiye mevcut eğitim sistemiyle hem gençlerini yaklaşık 20 yıla varan bir programda bloke ediyor ve hem de mezun ettiklerinin ¼’üne de iş veremiyor. İşsizlik ve eğitim süresinin uzunluğu nedeniyle Türkiye’de aile de kurulamıyor. Ailesizlik, nüfusun yaşlanması anlamına geliyor.
ÇIĞLIK: ARA ELEMAN BULAMIYORUZ!
Genç işsizlik bu haldeyken 20.05.2019’da medyada yer alan bir haberde Ambalaj Sanayicileri Derneği (ASD) Başkanı, “Ara eleman bulamıyoruz. Üniversite mezunları 2 bin 500-3 bin lira maaşla işe giriyor. Biz ustalara 5-6 bin lira veriyoruz. Gençler meslek lisesinden, üretimden kaçıyor; AVM’de güvenlikçi oluyor. Bunu düzeltmeliyiz” dedi. Milli eğitim sisteminin mezunları, sanayicinin aradığı vasıflı eleman talepleriyle uyuşmuyor.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da 18.05.2019’da bakanlığın 2019-2024 döneminde uygulayacağı yeni eğitim politikasını açıkladı. Açıklanan programda;
Üniversite imtihanına giren aday sayısını aşağıya çekmeyi,
Meslekî teknik eğitime yapılacak yatırımlarla üniversitelere yönelik talebi düşürmeyi,
Türkiye’yi 2040’lara hazırlayacak alt yapıyı hazırlamayı planladıklarını belirtti.
Açıklanan programın diğer gündemleri ise, “öğretmen eğitimlerinin gerçekleştirilmesi, etkin bir yönlendirme sisteminin kurulması, kariyer ofislerinin biçimlendirilmesi” şeklinde ifade edildi. Yeni eğitim sisteminde çocuklar için derslerin kişiselleştirilmesi de hedeflenmektedir.
Bakanlığın geliştirdiği yeni sistemi, Türkiye’nin eğitim krizini aşmaya yönelik müspet bir çaba olarak görüyorum. Ancak Türkiye’de “Milli eğitim” meselesinin sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın projeleriyle çözülebileceği kanaatinde de değilim.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un da belirttiği gibi eğitimle ilgili konular doğrudan hem ekonomik projelerle, hem de sosyal hayat projeleriyle bütünlük içinde ele alınmalıdır. O halde bakanlığın projesinin başka bakanlıkların desteklediği politikalarla desteklenmesi elzemdir.
Anadolu liselerine yatırım azaltılmalı ve hızla meslekî eğitim modeline geçilmelidir.
Meslek tanımı yapılmalıdır (fotoğrafçılık, ressam, tekniker, bilgisayar programcısı, vs.).
Her öğrencinin liseden meslek sahibi veya sanatkâr olarak mezuniyeti sağlanmalıdır. Üniversiteler meslek adamı yetiştirmemelidir.
Üniversite, meslekleri organize edecek şekilde düşünce, bilim, araştırma, koordinasyon eğitimi vermelidir.
Talebeye meşk usulüyle bilgi aktarımını imkânsız kılan AÖF uygulaması kaldırılmalıdır.
Liselerde ticaret-esnaf odalarına kayıtlı usta veya üstatların atölyeler kurarak ders vermesi, öğretmen yetiştirmesi ve bilgilerini aktarması sağlanmalıdır.
Liselerden mezuniyette “ustadan icazet alma” usulüne de yer verilmeli, “ahilik modeli” ihya edilmelidir. İcazet konusunda Türkiye uluslararası standartlar koymalıdır.
Nüfusun belli bir yüzdesinin (yüzde 25) ziraat ve hayvancılıkla iştigal etmesi sağlanmalıdır. Ziraat ve hayvancılık liseleri kurulmalıdır.
Üç sömestr sistemine geçilerek dileyen öğrencinin 12 yıllık eğitimini 7,5 senede bitirmesi sağlanmalıdır.
Kır bölgelerinde sağlık hizmeti götürülmeli, köylünün mazot, gübre, pazarlama sorunları çözüme kavuşturulmalı, köy ve kasabalar şenlendirilmelidir.
Yukarıda dile getirdiğimiz dokuz tedbirin gerçekleştirilmesi için Türkiye’de 60 milyon nüfusu köysüz bırakan 30 büyükşehrin belediye sisteminin değiştirilmesi konusu gündeme gelmelidir.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın internet sitesinde yeni eğitim sistemiyle ilgili olarak, Sayın Ziya Selçuk’un trans-humanizmi çağrıştıracak iki beyanda bulunduğu gözlenmektedir.
NEREYE GİDİYORUZ?
Bunlardan ilki MEB’in resmi sitesinde yer alan açıklamadaki şu ifadedir: “Matematik ağırlıklı dersler grubunda (…) biyoteknolojiden, fen ve teknoloji grubunda, akıllı şehirler ve insanlığın geleceği (…) insan haklarının gelişimi (…) insan makine etkileşimi gibi birçok ders var.”
Diğer beyan ise şöyle kaydedilmiştir: “2040’lara doğru ‘tekillik çağı’ denilen, yani biyolojik, fiziksel ve dijital olanı aynı bedende bütünlemeyi hedefleyen yeni bir çağ gelmektedir; beyinlere yazılım yüklenmesinin söz konusu olduğu, üretim sitemlerinin tümüyle dönüşeceği başka bir çağa doğru gidilmektedir.”
Sayın Bakan’ın ifade ettiği “biyoteknoloji”, “beyne yazılım yüklenmesi” gibi konular 2018 yılında Dünya Ekonomik Forumu’nda Yuval Noah Harari tarafından gündeme getirilmiştir.
Harari, teknolojik elitlerin yeni hedefinin insan beyni olduğunu ifade ederek insana ait verilerin bilişim kapasitesiyle bir araya getirileceğini ve bunun yakın gelecekte benzersiz tehlikeler doğurabileceğine dikkat çekmiştir.
Y. N. Harari, 2018’de “21. Yüzyıl için 21 Ders” başlıklı kitabında bu iddialarını genişletmiştir. Hariri’ye göre 2050 yılında biyo-mühendislik sayesinde beyinle bilgisayar ara yüzleri arasında doğrudan bağlantılarla insan bedeni eşsiz devrim geçirebilir (Hariri, 2018: 240).
Yazara göre 2048’de insanlar siber âleme göç ederek akışkan cinsel kimliklerle ve bilgisayar implantlarıyla sağlanan yeni duyusal deneyimlerle başa çıkmaya çalışacak. Hariri, Coca-Cola gibi küresel şirketlerin insan teklerini ele geçirmeye çalıştığını belirtmektedir. Bu küresel teşkilatlar biyo-teknoloji araştırmalarıyla insanları “hacklemekte”dir.
BÜYÜK KİTLELERİ KONTROL ETMEK
Milyarlarca insan hakkında her tür bilgiyi toplayan şirketler, geliştirdikleri algoritmalarla insanların nereye gittiklerine, tüketim alışkanlıklarına, hastalıklarına, kan/idrar değerlerine dair verileri ele geçirmekte ve bilinmeyen bir yerde depolamaktadır. Hariri, bütün verilerini cep telefonlarına, bilgisayarlara yükleyen büyük kitlelerin algoritmalar sayesinde kontrol edilmeye açık hale geldiği uyarısında bulunarak der ki: “Algoritmalar içinizde neler döndüğünü sizden daha iyi bilirse otorite onlara geçer” (Hariri, 2018: 240).
Yazara göre yapay zekânın yükselişe geçmesiyle insanlık biyolojik kastlara ayrılabilir. Biyomühendislik ve yapay zekâ alanında ilerleme süreçleri sonucu insanlık kendisine chip monte edilmiş bir “insanüstü” sınıfla, işlevsiz homo sapiens üyelerden oluşan bir alt sınıf şeklinde ayrılabilir.
İnsan beynine yazılım yüklemesi (chip takılması) bedene müdahalenin de kapısını aralamaktadır. Bedene müdahale meşrulaştırılırsa erkek bedenine rahim dahi monte edilebilecektir ki buna yönelik çalışmalarda yok değildir. Bakanlığın kitaplarını tavsiye ettiği Nurettin Topçu, Batı’dan bohçalar halinde teknoloji transferini sakıncalı görmekteydi.