Türkiye’deki seçimler üzerine

Geçen pazar günü yapılan mahallî seçimlerde Tükiye dünyaya demokrasi dersi vermiş oldu. Erdoğan karşıtı Batı medyası sonuçları büyük bir mağlubiyet olarak göstermeyi tercih ederken Erdoğan’a destek verenler açısından yüzde 52’lik nispetli bir zafer olarak haneye kayıt edildi.

Gayrıresmi sonuçlar itibariyle Ankara ve İstanbul’un yitirilmiş olması elbette önemlidir ancak Erdoğan ve AK Parti’nin hâlâ Türkiye’nin en büyük siyasi aktörleri olduğu görmezden gelinemez. Sonuçların tartışılmaya devam edileceğine şüphe yoktur. Bu da neticede Türk demokrasisinin olgunluğuna işarettir.

Büyük şehirlerde yaşanan kayıp acı verecektir. Ancak AK Parti’nin Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusundaki kazanımları seçimleri yorumlayanlar açısından yeni bir tartışma zemini ortaya koyacaktır.

Bu seçimlerin diğer bir önemli yönü de, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçen Türkiye demokrasisinin kıran kırana bir seçim atmosferinden alnı ak ve başarılı bir şekilde çıkmış olmasıdır. Yeni sistem, taraflar açısından seçimleri kazanmanın çok daha zor olacağına işaret etmekte; bu da seçilmek için çıtanın dolayısıyla kalitenin yükselmesini şart koşmaktadır. Siyasiler artık oy verenleri ve taleplerini daha ciddiye alacak, geçmişte yaptıklarıyla övünmek yerine seçim bölgeleri için sürekli yeni projeler üretmek durumunda kalacaklardır.

Oy verme nispetinin yüksekliği açısından da durum son derece umut vericidir. Batı demokrasilerinde seçimlere katılma oranı genel itibariyle yüksek değildir. Çoğu Batı ülkesi Türkiye’de gerçekleşen yüzde 83 rakamını eminim gıptayla izlemektedir.

AK Parti açısından bakıldığında sonuçları değerlerdirmek için yeterince vakit söz konusudur. Durumu kendi içinde müzakere etmek ve Türk halkına verilen sözleri yerine getirmek için önünde koca bir dört yıl bulunmaktadır. Bu durum da kuşkusuz bir avantajdır.

Kötü niyetli bir şekilde etnik kimlik kartına ve ülkenin bölünmesine oynayan HDP’ye gelince…

Bingöl, Bitlis, Ağrı ve Şırnak gibi önemli şehirleri kaybeden bölücü zihniyet, Kürt halkından gelen açık mesajı umarım almıştır. Bağnazlık ve nefret ile bir yere varılamaz. Kürt halkı, AK Parti’nin kalkınmaya ve umuda dayalı politikalarına destek vermiş; bölücü siyaseti reddetmiş, prim vermemiştir.

Türk siyasetçileri umarım bu seçimlerden üzerlerine düşen dersi almıştır. Efendi olan halktır. Siyasetçiler sadece halka hizmet götürmek için vardır. Halkın efendisi değil hizmetkarlarıdır.

Önümüzdeki dört yıl boyunca halka verdiği sözleri yerine getiren siyasetçi bu işten kârlı çıkacaktır. Yoksa seçim sandığı önünde hezimete uğrayacaktır.

Türk halkı mesajını aynen bu şekilde vermiştir.

***

İslamofobi bir kelimeden çok daha fazlasıdır

Spot: İslamofobi’nin kökü ırkçılığa dayanır. Müslümanlığa ve Müslümanlık algısına ilişkin tabirleri hedef alan bir tür ırkçılıktır. İnancımızı, İslam kelimesini ısrarla gündemde tutalım. Başkalarının bizim içişlerimize karışmasına, bize akıl vermeye kalkışmasına kesinlikle müsaade etmeyelim.

Son 10 günümü bir Avrupa gezisiyle değerlendirdim. Norveç, İtalya ve İsviçre’yi ziyaret ettim. Geçtiğim güzergâhlarda duvarlara çizilen graffitiler bilhassa İslam düşmanlığı bağlamında aşırı sağ ideolojinin yükselişine işaret ediyordu. Vaziyetten derin bir endişe duyduğumu gizleyecek değilim.

Çoğu ülkede İslamofobi açık bir suç olarak değerlendirilmeye devam ediliyorken bu tür hâdiseleri tanımlamak için daha dolaylı “Müslümanlara karşı nefret suçu” deyiminin gündeme taşınmasını doğru bulmuyorum.

İngiltere’de Partilerüstü Parlamenter Grubu’nun İngiliz Müslümanları ve İslamofobi konusunda yaptığı tanım bu açıdan önemli. Ne diyor tanım?

“İslamofobi’nin kökü ırkçılığa dayanır. Müslümanlığa ve Müslümanlık algısına ilişkin tabirleri hedef alan bir tür ırkçılıktır.”

Bu tanımdan rahatsız olan, ifade özgürlüklerinin sınırlandırılmaya çalışıldığını düşünenler elbette mevcut. Bu kimseler dizginsiz bir şekilde bizim inancımıza saldırmak ve tahmin edileceği gibi inancına bağlı Müslümanlar arasında endişe ve acıya sebebiyet vermek istiyorlar.

İslamofobi’nin bir tür ırkçılık olduğuna gelen itirazlar, İslam veya Müslümanlar tabiri kullanıldığı vakit bir ırktan bahis geçmediği tezine dayanıyor. Oysa bu işlemeyen, zayıf bir tez. Neymiş? İslam bir fikir imiş, dolayısıyla eleştiriye açık olmalıymış. Müslümanlar da zaten değişik milletlerden ve ırklardan oluşmaktaymış. Amaçları gayet açık: İslam’a ve Müslümanlara diledikleri zaman, diledikleri gibi saldırabilmek.

Afrika kökenli birisi bana ırkçılıktan bahsetse onun söylediklerini rahatlıkla kabul edebilirim. Bir Yahudi Anti-Semitizm’i anlatmaya koyulsa onu da anlayabilirim. Peki niçin Müslümanlar söz konusu olduğunda İslamofobi’yi tanımlamak başkalarına düşüyor? Bu nefretin muhatabı bizler değil miyiz? Müslümanlar olarak çoğumuz bu nefreti bizzat tecrübe etmedik mi? Beyaz, seküler görüşe sahip Avrupalıların Müslümanlara İslam düşmanlığının ne olduğunu zorla kabul ettirmeye çalışmasını anlayabilmiş değilim. Bunu son derece şaşırtıcı buluyorum. Nitekim tıpkı İngiltere’de olduğu gibi Norveç’in başkenti Oslo’da da birileri bana İslamofobi yerine başka deyimleri, mesela “Müslümanlara karşı düşmanca tavırlar” dememi salık vermeye kalktı.

İslam düşmanlığı (İslamofobi) kelimesinin kullanılması konusunda ısrarcı olalım. İnancımızı, İslam kelimesini ısrarla gündemde tutalım. Başkalarının bizim içişlerimize karışmasına, bize akıl vermeye kalkışmasına kesinlikle müsaade etmeyelim.

***

Batı medyası Gazze’ye yine kör ve sağır

Bilhassa Filistin meselesi gündeme geldiğinde Batı medyasındaki meslektaşlarımın yaptığı gazeteciliğin kalitesine dair umutsuzluğa kapıldığım zamanlar olur.

Geçen hafta kuşatma altındaki Gazze şeridinde yaşayan Filistinliler Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü’nün yıldönümünde protestolarına devam ettiler. Yaklaşık 40 bin civarında Filistinli yasal eve dönüş haklarını savunmak ve İsrail’in 12 yıldır süren vahşi, merhametsiz kuşatmasını sona erdirmek için bir araya geldi.

Okuduğum, izlediğim, dinlediğim kadarıyla dünya medyası birkaç saatliğine de olsa dünyanın en büyük açıkhava hapishanesine ilgi gösterdi. Protestolar kasıt arayanların tahminlerini yanılttı, genel anlamda sakin geçti. Peki, sonuç? 300 civarında Filistinli İsrail keskin nişancıları tarafından vuruldu, bunlardan 4’ü şehit düştü. Şehitlerden üçü daha reşit bile olmamıştı. Yaşları 17 idi.

Şimdi soruyorum: Dünyanın başka neresinde bu kadar ölü ve yaralı olacak da Batı medyası bu denli kayıtsız kalacak?

Hadi, bir anlığına Gazze’yi unutun! Şu Brexit İngilteresinde Parlamento önünde yapılan son gösterilerde 4 kişinin öldüğünü, yüzlerce kişinin yaralandığını gözünüzün önüne getirin! Atılan manşetleri hayal edin! Ne kadar farklı, değil mi?