Hangisi daha beter? Koronavirüs mü? İsrail işgal ordusu mu?

Siz bu satırları okurken ben yaklaşık bir aydır kendimi eve kapatmış, izole durumda olacağım. Sanıyorum sizler de aynı durumdasınız. Şu dört duvara mahkûm ortamda, işlerin ve de dostların yokluğunda akla ilk gelen Filistin oluyor. Evet, Filistinlilerin dünyasına hoş geldiniz!

İtiraf etmek lazım ki onların dünyası ne sizinkine ne de benimkine benziyor. Neticede biliyoruz ki, bugün tepemizde dolaşan kara bulutlar eninde sonunda çekip gidecek ve hepimiz yine eskiden olduğu gibi kendimizi normal hayatın akışına bırakacağız. Fakat Filistinliler için durum öyle mi? Bizim tahammül etmekte zorlandığımız şu olağanüstü zamanlar onların rutini, günlük yaşam biçimi.

İnanın, eğer yeryüzünde korona hâdisesine en başından hazırlıklı, böyle bir felaketi sıradan karşılayacak kaç millet vardır diye araştırılsa Filistin toplumu kuşkusuz başı çekerdi. Ne de olsa cefanın her türüne şerbetliler. Ablukaya, ayrımcılığa, izolasyona, su ve yiyecek sıkıntısına, sıradan bir hayatın en temel ihtiyaçlarından bile mahrum yaşamaya fazlasıyla alışık durumdalar. Kudüs, Batı Şeria ve hele Gazze halkı için bizim şu an yaşadıklarımız hiç de şaşılası şeyler değil.

BAKMAYIN ŞİKÂYET ETTİĞİMİZE

Tıbbî malzemeye ve ilaca ulaşamamak, acil durumdaki hastaların ihtiyaçlarına cevap verememek konusunda Filistinli doktor ve sağlık çalışanlarından daha tecrübeli kim var, kim bu mahrumiyeti onlardan daha iyi bilebilir?

İsrail ordusunun ve fanatik siyonistlerin sürekli tacizleri karşısında normal şartlarda ders verememek ya da ders görememek nedir, Filistinli öğretmenlerden ve öğrencilerden daha iyi kim bunu anlatabilir?

 Günde birkaç saat ancak verilebilen elektrik…

 Kirli suları içmeye mahkûm olmak…

 Ne zaman saldıracağı belli olmayan azgın ve de tepeden tırnağa silahlı komşularla yan yana yaşama mecburiyeti…

Hani çok sıkılıyoruz ya evlerimizde… İşte bunlar Filistinli kardeşlerimizin rutini, her gün yeni baştan yaşamak zorunda oldukları gerçekler…

Bakmayın şikâyet ettiğimize… Aslında gayet iyi durumdayız… Hiçbirimiz sıradan bir Filistinlinin, sıradan bir günde yaşadıklarını yaşıyor değiliz. Hatta yanından bile geçmiyoruz. Evet, evdeyiz, dışarı çıkamıyoruz. Fakat netice itibariyle Filistin’de yaşamıyoruz. Dürüst olalım, hazır evdeyken hangi kitapları okuyalım, hangi filmleri izleyelim hesapları yapmıyor muyuz?

İsrail ordusunun Filistin halkına uyguladığı zulüm neredeyse eşsiz, yeryüzünde pek benzeri yok. Birkaç gün önce Tel Aviv’in seçkinleri, askeri ciplerine atlayarak buldozerlere Ürdün Vadisi boyunca eşlik ettiler. Nereye gidiyorlardı, bilin bakalım. Filistinlilerin korona ile mücadele etmek için açtıkları sahra hastanesini yerle bir etmeye…

İşgal altındaki topraklarda faaliyet gösteren İnsan Hakları Enformasyon Merkezi bütün bu yapılanları kayıt altına alıp rapor haline getirdi.

YA GAZZE’DE YAŞIYOR OLSAYDIK

Tam da bu vakitlerde, dünyanın diğer ucunda yüzlerce insan Excel Fuar Alanı’nı devasa bir hastaneye dönüştürmek için canla başla uğraş veriyordu. Yanlış duymadınız, İsrail ordusu korona tedavisi için açılan sahra hastanesini buldozer ve kepçelerle dümdüz ederken Doğu Londra’daki fuar alanı hastaneye dönüşüyordu. Tıpkı Gazze gibi 2 milyonluk nüfusu barındıran bölgede Nightingale adı verilen yeni hastane 4 bin hastaya aynı anda hizmet veriyor olacak.

Gerçi 2 milyonluk nüfusa 4 bin yataklı hastane ne kadar yeterli, o ayrı mesele. Fakat Gazze’de sadece 60 kişiye hizmet verebilir durumdaki yoğun bakım kapasitesi akla gelince işin rengi değişiyor. Ya Gazze’de yaşıyor olsaydık!
Şükür ki, Gazze’de şu ana dek görülen vak’a sayısı sadece 9. Bu kadar kalabalık bir yerde büyük bir salgının patlak vermesini düşünmek bile istemiyorum. Tamamen tüyler ürpertici… Batı Şeria’daki vak’a sayısı ise daha fazla, 84.

Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre 5 milyon Filistinli mülteci söz konusu. Bu insanların hem maddî, hem tıbbî, hem de insanî yardıma ihtiyacı var. Acil olarak…

BENCİL İNGİLİZLER FİLİSTİN TARİHİ ÇALIŞMALI

Bu arada Batı’da yaşayanlara ne demeli! Hele de burada, İngiltere’de yaşayanlara! Bencillikten gözü dönmüş İngilizler süpermarket reyonlarında bir rulo tuvalet kâğıdı için saç saça kavga ediyorlar. Köpeğini bir kez değil iki kez gezmeye çıkarıp dışarı çıkma kurallarını ihlal etti diye komşularını polise ihbar etmek için birbirleriyle yarışıyorlar.

İngilizler için belki de en iyisi evlerinde oturup birazcık Filistin tarihi çalışmak olurdu. Balfour Deklarasyonu ile birlikte koca bir halkın kendi topraklarından nasıl mahrum edildiğini öğrenmiş olur, kim bilir belki birazcık empati yaparlardı.

1917 yılında İngiliz yönetimi, Yahudilere Filistin topraklarında sadece bir devlet kurmayı bağışlamadı. Aynı zamanda bu toprakların gerçek sahiplerinin her türlü sivil ve dini haklarını da bu suretle Yahudilerin insafına terk etmiş oldu. Güya böyle olmayacak, iki toplum barış içinde yaşayacaktı. İngilizler her konuda olduğu gibi bu konuda da sözlerini tutmayıp işin içinden sıyrılmayı becerdiler.

Evet, bugünlerde evimizde yan gelip yatıyorken banyoda iki rulo tuvalet kâğıdı, buzdolabında bir şişe süt kaldı muhabbeti yapıyoruz ya… Aklımıza bir dakikalığına olsun Filistinlileri getirelim. Bizi üç beş günde darmadağın eden ne kadar mahrumiyet varsa çok daha beterini yetmiş yılı aşkın süredir onlar yaşıyor çünkü. Sadece bu mahrumiyetleri değil üstelik. Zalim işgalcilerin 7/24 uyguladığı insanlık dışı zorbalıkları da…

Hadi, söyleyin bakalım şimdi.
 Hangisi daha beter?
 Korona mı?
 İsrail işgal ordusu mu?