Türkiye de çifte standart mağduru

Uluslararası toplum kavramından ne zaman söz açılsa çifte standart kavramı ister istemez çağrışım yapar. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan güvenli bölge oluşturmak için Türk askerlerini Suriye’nin kuzeyine göndermesiyle benzer bir durumla karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler nedense işin içine Ankara girince daha bir hassaslaşıyor. Dünyanın dört köşesinde yaşanan haksız savaşlara ve insan hakları ihlallerine karşılık vermede epey üşengeç olan kurum, Türkiye’yi kınamak söz konusu olduğunda jet hızıyla harekete geçebiliyor.

Bu konuda Gerçek Hayat okurlarının pek de işittiğini sanmadığım bir örneği hemen verebilirim. Rukiye Seyyid 80 yaşında ve eğer yeğeni onun başına geleni sosyal medya üzerinden paylaşmasa benim de haberim olmayacaktı. Bir fotoğraf var, 80 yaşında bir kadının polisler tarafından derdest edildiği anı gösteriyor. Evet, Rukiye Seyyid artık cezaevinde.

Rukiye Seyyid, kendisi gibi yüzlerce Keşmirli kadınla birlikte barışçıl gösteriler yapmaktan tutuklu. Keşmirli kadınların mâruz kaldığı insanlık dışı muameleye, yaşadıkları drama uluslararası toplum kör ve de sağır. Küresel ölçekte birkaç cılız protesto dışında tepki yok. Hint milliyetçisi Narendra Modi tarafından çoğunluğu Müslüman olan bir eyaletin özerkliği Ağustos ayında iptal edildi ve Hindistan bölgeye derhal 900 bin asker sevk etti. Birleşmiş Milletler veya herhangi Batılı bir ülkeden uluslararası yaptırım itirazı
yükseldi mi?

Düşünün ki, 2003 yılında Irak’ı işgal eden Amerikan askerinin sayısı, diğer Batılı müttefikleriyle beraber sadece 60 binden ibaretti. Bir de Keşmir’i ve 900 bin Hint askerini gözünüzün önüne getirin. Gerek Batı medyası ve hükümetleri, gerekse Birleşmiş Milletler dünyanın en büyük sözde demokratik ülkesinde yaşanan insanlık dışı trajedi karşısında hiç de endişelenmiş gibi bir görüntü vermedi.

Benzer şekilde, yüz binlerce demokrasi yanlısı göstericinin haftalardır polis mermisi ve göz yaşartıcı gaz yediği Hong Kong için ne bir Avrupa ülkesi ne de ABD cihetinden birkaç cılız diplomatik mesaj dışında Çin’e karşı tepki yükselmedi.

Yıllardır Suudi liderliğindeki koalisyon tarafından acımasızca bombalanan, milyonlarca insanın kolera salgınına maruz kaldığı, en büyük dramlardan birinin yaşandığı Yemen için kim ne yaptı? Evet, unutmayalım. ABD ve Batılı müttefiklerinin verdiği bombalar düşüyor Yemenli çocukların üstüne. 2013-2017 yılları arasında Suudi Arabistan tarafından satın alınan silahların üçte ikisi ABD, İngiltere ve Fransa tarafından teslim edildi. İngiltere ancak geçtiğimiz Haziran ayında çıkan bir mahkeme kararıyla Suudi Arabistan’a silah anlaşmalarını askıya almak zorunda kaldı.

Yine Avrupa Birliği, İngiltere ve diğer Batı ülkeleri, 7,5 milyon insanın kendi dili, parlamentosu, bayrağı ve millî marşı bulunan, teröre hiçbir zaman bulaşmamış Katalonya bölgesinde sivil halkın barışçıl protestolarını polis şiddetiyle ezen İspanya hükümetine sessiz kalmayı
tercih etti.

Keşmir, Katalonya, Hong Kong ve Yemen’de gün geçtikçe yaygınlaşan insan hakları ihlallerine rağmen ilgili hükümetlere yönelik herhangi bir yaptırım sözünün telaffuz edildiğini duyan olmadı. Ancak Ankara, Suriye’nin kuzeyinde insani yardım koridoru oluşturmak ve bölgeden teröristleri temizlemek için askeri harekat başlatınca, nedense herkes bir anda insan hakları savunucusu kesildi.

İki hafta önce telefonda Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuştuktan sonra operasyona yeşil ışık yakan ABD Başkanı Trump bir zaman sonra “Türkiye’nin askeri saldırısı sivilleri tehlikeye atıyor ve bölgedeki barış, güvenlik ve istikrarı tehdit ediyor” demeye, yaptırım tehdidiyle Türkiye’ye gözdağı vermeye kalktı. Trump’ın tutarsız tavırlarına derin analizler yapmak bizim uzmanlık alanımızın dışında. Konuyu uzmanlarına havale ediyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD başta olmak üzere NATO müttefiki olarak gördüğü Batılı ülkelerin sınırlarının hemen dibindeki bir terör oluşumuna duyduğu yakınlığa haklı olarak sitem ediyor, bir anlam veremiyor.

Suriye’de YPG olarak kendini lanse eden terörist oluşumun yıllar yılı Türkiye dâhilinde pekçok kanlı eyleme imza atan PKK’nın kabuk değiştirmiş hâli olduğunu herkes biliyor. PKK, gerek Türkiye, gerekse NATO ülkeleri nezdinde bir terör örgütü olarak tanımlanıyor.

Tescilli bir terör örgütünün Türkiye tarafından bir güvenlik tehdidi olarak algılanması şu halde gayet normal. Yapılan harekâtı da bu bağlamda meşru olarak görmek gerekiyor. Uluslararası toplumun verdiği tepkilere bakınca ortada kocaman bir çifte standart sırıtıyor. 