İslâm ahlâk felsefesinin müellifleri nefsin üç temel gücü olan akıl, şehvet ve gazabdan bahsettiler. Bu üç gücün sırasıyla üç erdem (hikmet, şecaat, iffet) ile dengelenmesi gerektiğini ileri sürdüler. Onlara göre bu üç erdem’den en üst erdem (adalet) sudur edecektir.
Nasîruddin Tusî de ahlâkında dört erdem saydı ve her erdemin karşısında ifrat ve tefrit olarak iki cins erdemsizliğin (rezilet) çıktığını belitti. Tusî, Hikmet’in karşısında kurnazlık (sefeh) ve aptallık (beleh); Şecaat’in karşısında cüretkârlık (tehevvür) ve korkaklık (cübn); İffet’in karşısında hazlara düşkünlük (şereh) ve isteksizlik (humud’ş-şehve); Adalet’in karşısında zulüm ve zulme boyun eğme (inzilam) koymuştur (Tusî, 2007: 100).
Dört erdemin ahlâkla ilişkilendirilmesi, onun şahsî erdem olarak değil, içtimaî hayatı düzenleyen bir değer sistemi olarak kabulünü mecburi kılar.
Hukukun temin etmeye çalıştığı konular ahlâkî değerlerle kopmaz ilişki içindedir. Düzen (nizam), iyiliği emr, kötülüğü nehy, can emniyeti, mal emniyeti, nesil emniyeti, din hürriyeti, sözleşme özgürlüğü, akitlere bağlılık, nikâh, ev (beyt) kurma, çocukların nafakası, ilim tahsili, meslek (geçim) tutma gibi konular hem ahlâkla ve hem hukukla doğrudan ilişkilidir. Bu anlamda hukukun ahlâktan ve ahlâkın da dinden türediği söylenebilecektir.
Nitekim Kalem Suresi 4’te Kur’anı Kerim’in “Sen Yüce bir ahlak üzeresin” buyruğuyla, Hz. Peygamber’in (asv) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/381) beyanı ahlâk-din ilişkisini ortaya koyar.
Hz. Peygamber (asv) Medine’de sadece Müslümanlar arasında değil, Yahudi (Benî Nadir, Benî Kurayza, Beni Kaynukâ) ve müşrik Arap (Evs, Hazrec) kabileleri arasında da “Hakem”lik yaparak adaleti tesis etmiştir. Ahlâk, Hz. Yusuf’u da toplumun adalet sisteminin başına taşımıştır. Zira ahlâk, siyasîdir.
İslâm düşüncesinde “adalet dairesi” tasavvuru devlet nazariyesi getirmektedir. “Adalet, mülkün temelidir” (El-adlü esâsü’l-mülk) vecizesinin mahkeme kürsülerinin arkasındaki duvarda yer alması “daire-i adalet”in bir yansımasıdır. Bununla beraber günümüzde “Adalet Dairesi”nin “ahlâk”la ilişkisinden kısmen bahsedilmektedir.
Türk töresinde “Kut” kavramı bulunur. Bahaeddin Ögel’in ‘Türklerde Devlet Anlayışı’ kitabında yazdığına göre “Kut” ve kutluluk, yani devlet ile ikbal herkese değil, iyi ahlâk ve davranışları olan kişilere gelmekte, ahlâkını yitiren kişilerden kaçmaktadır.
Ögel, “Kut”un hangi nitelikte insana geldiği hususunda bir tasnif yapmaktadır:
1) Kut, arılık ister. Bir kişinin kutluluk bulabilmesi için, ahlak ve davranışları ile birlikte, yüzünün de güzel ve görkemli olması gerekliydi.
2) Kut ve devlet, akıl ve bilgelik ile tutulur. Kutadgu Bilig insandaki kutluluğun temellerini dört direk üzerine oturtmuştu: a) Erdem, b) Bilig, c) Ög (Akıl), d) Ukuş (Anlayış).
3) Kut ve devlet, iyilik ister. Türklerde iyi1ik, yalnızca bir sıfat değil fazilet, ehliyet ve ululuk sahibi olma demekti.
4) Kut ve devlet edep ister. 11. yy. Türkleri, edebi “çalışma, öğrenme yolu ile zihnî bir disiplin altına alma” olarak anlamıştır.
5) Kut ve devlet güç ister. Göktürk yazıtlarında Türk kağanları, Tanrı güç verdiği için Hakan olmuştur.
Tahsilu’s Saade adlı eserinde Farabi de “Hakanlar sırf irade ile değil, doğuştan hakandır” der.
Kutadgu Bilig’de 703-2738 nolu beyitler, Türk devlet teorisini anlatır. Eser, “Beylerin işine yarayan üç kişi olur: Biri akıllı hâkim kişi, biri kendisine sırlar açılan kâtip, diğeri yiğittir. Bu üçü nerede bir araya gelirse, insan dilediğine kavuşur” der.
O halde Bozkır’da “Kut ve Ahlak Çemberi”nin devranı şöyle olmalıdır:
1) Halk, ya mal toplayarak aileyi boylatır, büyütür, ya da soy-boy teşkilatı malı toplar, büyütür.
2) Mal toplanırken kul hakkına girilir.
3) Hakları korumak ve dirlik, nizam-devlet ve toy iledir.
4) Kutsuz devlet, askersiz kut yoktur.
5) Kut ahlâk, adalet ve malla tutulur.
6) Ahlâk, Kut’un rehberidir, Allah’a verilmiş sözdür.