Tren zaafı

Tren penceresi

Bir gün uzun bir tren yolculuğuna çıkmak isteyen genç kızlar vardır. Bazen mutlu bir anlarında bazen de mutsuzken, akıllarının bir kenarında duran o hayali uzun yol biletini çıkarıp şöyle bir bakmaktan alamazlar kendilerini. Hayali biletleri çoğunlukla iki kişiliktir ve ne hikmetse yolculardan diğeri istenilen günde, istenilen saatte valizini bir türlü hazır edemediği için, yolculuk hep ileri bir tarihe ertelenmiştir. Yıllar sonra, bir treni bir filmin ortasından geçerken görünce içlerinde sararmaya yüz tutmuş bir heves bir anlığına belirir ve kaybolur. Yolcu, trenini kaçırmıştır artık. Treni kaçırmış olmak bir otomobili, bir otobüsü ya da uçağı kaçırmış olmaya hiç benzemez. Diğerlerinde telafi edilen ama bir tren kaçırıldığında hiçbir zaman telafi edilemeyecek olan nedir? Bu soruya kimse bir cevap veremez. Sanki kadınların kişisel bir ‘kızılelma’sı vardır ve bu kızılelmaya trenlerden başka hiçbir vasıtayla ulaşmak mümkün değildir. Erkeklerin daha çok bir biletli olarak bindikleri trende, kadınlar hem bir kopuş hem de bağlanış olarak yolculuğa çıkacaklarını bilirler. Daha gençken çok arzuladıkları halde böyle bir yolculuğa bir türlü çıkamamış olmalarının sebebi, hayali biletlerindeki yol arkadaşlarının bu sırrı hiç çözememiş olmasıdır. Kadın yoldan değil yolcudan vazgeçmiştir…

Kentli kadının uzak taşraya doğru bir tren yolculuğuna çıkma düşü, sembolik bir anlam da içerir. O bir zamanlar taşrada, kara trenlerin kocasını ya da nişanlısını getirmesini bekleyen çaresiz kadınlardan biri değildir. Kara trenler üzerine yakılmış ağıtlar, gurbetten gelen, beyaz gömlekleri isten siyahlaşmış adamlar arasında kendi ağasını göremeyen kadınlara aittir. Bu kadınların türkülerinden geçen trenler hep uzak bir yerlerden gelirler. Yola çıktığı şehirlerden, durup kalktığı istasyonlardan bir vefasızı alıp getirmesi beklenir. Beklenen, bir zamanlar uğurlanmış olandır; tek bir biletle gitmiş, tek bir biletle dönmesi için peşisıra dualar edilmiştir. Kara tren ağıtçıları, bu vakitli vasıtadan hiçbir zaman umut kesmezler; biri değil biri mutlaka beklediklerini getirecektir. İyi de kimdir bekledikleri? Onlar da bu soruya cevap verememiştir. Bir erkeği bir yolcu olarak uğurlamış ancak yolcularının hayal hanesindeki yerlerini ölçebilecek mesafenin çok uzağında kalmışlardır. Hepsi de gözden ırak olanın gönülden de ırak olacağını bilmektedir. Bir zamanların kara treni istasyonda her durup kalktığında, gurbetçisinin yolunu gözleyenlerin gönül hanesi küçük bir mahşer yerine dönmüştür. Bu kez kadını erteleyen yolcudur…

Bir de trenler iki uzak mesafe arasında gidip gelirken durup kalktıkları şehir garları, irili ufaklı sayısız istasyon vardır. Yolcu, biraz uzun mola verilen garlarda aceleyle ihtiyacını giderip yerine geri döner; istasyonlara ise çoğunlukla bir yol yorgunu olarak bakıp geçer. Oysa hem bu garların hem de küçük istasyonların bir yakasına dizilmiş birkaç sarı demiryolu lojmanında, hayatları raylardan gelen uğultuyu dinlemekle geçmiş başka kadınlar, başka genç kızlar oturur. Bunlar ne bekleyen, ne uğurlayan, ne de hayali biletlerine bir yol arkadaşı arayanlardır. Orada bir koca ya da baba mesleğinin mağduru olarak otururlar. Yine de içlerinden bazıları, bir adama değil de garip bir biçimde yaşadıkları istasyona bağlanmışlardır. Şu netameli trenler geçip gittikten sonra, eve uğrayacak istasyon görevlisi için hazırlanan çayın buğusu güven vericidir. Dağılıp giden işte burada bu evin içinde dağılıp gitmektedir. Yazları, raylara bakan pencerelerin önlerine dizdikleri saksılar, mesafelerden kurtarılmış bir dünyanın renkli tutanaklarına benzer. Bu saksılardan fışkıran çiçeklerin, içli bir yolcuyu nasıl yaraladığını hiç akıllarına getirmezler bile. Kadın yolu da yolcuyu da içinden çıkarmıştır…

Kadın için nihayetinde bir imge olan tren erkek için bir kaderdir. Çünkü o, bir yol arkadaşı olarak düşlenirken de, beklenirken de, uğurlanırken de hep gerçek bir yolcudur. Bir trenle birlikte hayal edilmiş olması, güzergâhının kesinleştirilmesi içindir. Tren bir otomobil gibi istediği an bir başka sapağa giremez, bir otobüs gibi istediği mola yerinde duramaz. Yolculuğu planlı ve kesindir. Elbette nadiren raydan çıkma olasılığı vardır; elbette sıkça tehir eder; ama bunlar onun yola olan vefasına gölge düşürmezler. Bu yüzden kadın, erkeği bir trenle birlikte düşlemeyi sever; tıpkı bir treninki gibi, onunla çıkacağı yolculuğun da ihtimallerden uzak, istasyonları belli, varış yeri kesin bir kader yolculuğu olmasını arzular. Bir kadın bir erkeğe, “birlikte uzun bir tren yolculuğuna çıksak ne güzel olur,” derken, aslında bütün bir ömrü boyunca kafasında çizdiği yol haritasının muhatabını yoklamaktadır. Muhatabı, bu romantik isteğe bir zevk kuşunun heyecanıyla kanat çırpar. Çünkü o trene değil, otomobile daha yakındır. Kadın bunu zaten bilmektedir. Uçarı yolcusunu trende bir yol terbiyesinden geçireceğine inanır. Oysa bir trenin çok az mutlu yolcusu vardır. Sonunda iki yanlış yolcu, yol tarafından mahvedilir…