Topaloğlu’nun “İslam’da Kadın” farkı

Başımı örtmeden çok önce “İslam’da Kadın” başlığını taşıyan kitapları okumaya başlamıştım. Oldum olası şöyle güçlü bir inancım vardı kadın meselelerinde: İslam haklıdır, yanılgı ve kusur, uygulama ve söylemlerde aranmalıdır. “İslam’da Kadın” kitaplarını da aynı inançla okurken bazen yazarının vesayetçi dilinden bazen hurafe ağırlığından bazen de klişelerin tekrarından rahatsızlık duyardım. Kendi dönemimizin genç insan özelliklerine hitap eden tazelenmiş bir tebliğ diline sahip olmadığımız bir gerçekti. Hakikatin tahrifi ise ayrıca büyük bir sorumluluk yüklüyordu ilim erbabına.

Bu kitaplardan birinin kapağında tesettürün açıklaması, bir su kabağı üzerine geçirilen süslü bir örtü temsiliyle yapılmaya çalışılmıştı. Açık zarf-kapalı zarf klişesi, örtülü veya örtüsüz masa örtüsü… Bu dil zaafı bazı “İslam’da Kadın” kitaplarının hayatta bulduğu karşılığı işte şu şekilde etkilemeye devam ediyor: Genç kız okuyor, ikna olmasa da teslimiyetini koruyor, ama yaşamayı erteliyor. Genç kadın varlığını bastırırken hastalıklara duçar oluyor.

Herhangi bir İslam’da Kadın kitabı, farklı inançlarda kadınlara tanınan haklarla Müslüman toplumlarda tanınan haklar arasında kıyaslamalarla başlar. Yunan uygarlığında kadınlar hangi şartlar altında yaşadılar? Eflatun ve Aristo kadın üzerine ne düşünürdü? Hıristiyanlığın kadın görüşü bugünkü Batı toplumunu nasıl etkiledi? Mısır’da kadının konumu aynı dönemde Arabistan yarımadasında yaşayan kadınlarınkine göre nasıldı? İşte bu şekilde akla gelecek sorulara cevap olarak hazırlanan kitapların çizdiği tarihi perspektif içinde kadının binlerce yıldan beri çoğu kez seçkin çevrelerde bile eksik insan muamelesine maruz kaldığı anlaşılırdı. Arabistan yarımadasında ise cahiliye karanlığı içinde dünyaya geldikten sonra eğer diri diri toprağa gömülmüyorsa, ikinci sınıf insan cinsi olarak yaşamaya mahkumdu kadın. Gerçi Hz. Hatice örneği, vahiy kültüründen nasibini almış ailelerde daha farklı bir bakış açısı olduğunu ortaya koymaktaydı.

Netice itibarıyla İslam, Arap toplumunda kadın konusunda mevcut çarpık bakış ve uygulamaları değiştiren kurallarıyla şu köklü hakikatleri hatırlattı insanlığa: 1) Kadın ikinci cins değildir. 2) Kadın sırf erkek için yaratılmamıştır.

Bu ikinci şıkta yer alan “sırf”, kadın ve erkeğin birbiri için yaratıldığını ve aralarındaki velayet ilişkisini vurgulayan ayetlere bir gönderme.

Başımı örtme süreci içinde, kendi sorularıma cevap aramanın yanı sıra “İslam’da Kadın” etrafında karşılaştığım sorulara cevap vermek için de okuduğum kitaplar arasında bana ciddi bir kaygı eseri olarak görünen kitaplardan biriydi, rahmetli Bekir Topaloğlu’nun “İslam’da Kadın” başlıklı eseri. Daha sonra okuyacağım Musa Carullah’ın “Hatun”u elbette konuyu çok farklı açılardan ele almanın imtiyazlarını taşıyor. Sonraki yıllarda Aysel Zeynep Tozduman’ın kaleme aldığı “İslam’da Kadın Hakları” kitabı, içinde yaşadığımız dönemin baskılarını bir kadın ilahiyatçı olarak yaşamanın tecrübesiyle farklı bir pencereden sesleniyordu.

Topaloğlu’nun kitabını ayrıcalıklı kılan ise –zaman zaman benzeri kitaplardaki tarif ve tanımları içermekle birlikte- egemen yargılar konusunda ihtiyatlı bir dil kullanması ve dürüst bir okuma çabasını hissettirmesi. Günümüzün gençleri böyle bir dilin mütedeyyin kadınlara sağladığı güvenin ne anlama geldiğini ancak başörtüsü direnişine katılmış kadınlarla konuşarak fark edebilirler.
Benim kuşağım gülüşünü bastıran iki yanlı kınama ve laf söz baskısına maruz kalmıştır. Üç İhtilal Çocuğu öykülerinde işledim bu baskıyı. Ulusalcılar ağlatır, “ahlakçı” dindarlar gülüşünüzün manasını sorgulama hakkını savunurlardı. 1980’lerin başlarında kendi adımla bir gazetede köşe yazıları yazdığım için bir alim tarafından dolaylı olarak –sitem içeren- bir “uyarı” almıştım.

1980’lerde İlahiyat fakültelerinde kız öğrenci olmak sessizliği benimsemeyi gerektiriyordu. O yılların kız öğrencileri, bazı derslerde hocalarının kendilerinden sessiz sedasız bir öğrenciliği beklediklerini dile getirirler. Kadın yazarın kadın-erkek karışık bir topluluğa konuşması 1990’ların başlarında bile hicaba aykırı bulunurdu. Tabii bütün bu tepkiler “hareketli fıkıh” konusundaki zaaflar yüzünden göreneği öne çıkaran bir yorum eksikliğiyle açıklanabilir. Erkek öğrencilerle aynı sınıfta yer almanın günah olduğu düşüncesi yüzünden ne çok genç kız yüksek öğrenim emellerinden vazgeçti.

Mahrem dünyaları da etkiliyor âlimlerin kamusal yorumları. Sayısız örnek verebilirim. Kocası yazı yazmasını istemediği için daktilosunu geceleri bir battaniyeye sararak gizleyen yazar arkadaşımdan bazen söz ediyorum. Battaniye, daktilo sesi kadar kadın yazarın sesini yalıtmanın da metaforuna dönüşüyor bu örnekte. Yenilerde ise orta yaşlı bir hanım yazarımızdan ayrıldığı eşinin, öykülerini yazdığı -çocukların okul defterlerinden kalan boş sayfalardan oluşan- bir kutu dolusu defteri yakışının hikayesini dinledim. Mütedeyyin kesimlerde bir alimin işte bu konularda sarf ettiği somut açıklamaların sadece kişiler için değil aileler için de kurtarıcı, şifa veren bir rolü oluyor.

Dünyevi her kitap eksiktir, Kur’an bize bunun anlamını düşünmeye çağırır. Eksikliğinin bilincinde olup da tamamlamaya çalışanın çabasıyla gelişiyor ilim ve hayat. Tanıma, muhatap alma, gelişen ve geliştiren bir çaba anlamına geliyor. Bekir Topaloğlu’nun “İslam’da Kadın”ı, kendi türleri içinde kullandığı velayet diliyle bilincimize nefes aldıran pencerelerden biriydi. Böyle bir dili oluşturan arka planı anlamak nasıl da önemli! Nurettin Topçu’nun öğrencisi olmak elbette bir ayrıcalık. Asım Öz Topaloğlu’nun vefatından sonra kaleme aldığı bir yazıda, onun duruşunu “dini tedrisatın çileli yılları”nı yaşamış olmanın temkinli duyarlığına bağlar. Bu nedenle de “…ömrü boyunca sessiz çığlıklarla örülü faaliyetler içinde olmuş fakat hiçbir zaman yüksek sesten umarlar beklememiştir.”

Bazen içtenlikle gönderilen bir selam binlerce cildin açıklamalarına denk düşüyor. İlmi kitap ciltlerine gömülü olmayan, hayatı kuşatan bir alim olduğuna şahidiz Topaloğlu’nun. “Siyasî kanaati, içtimaî mevkiî, iktisadî durumu ne olursa olsun her ferd muhabbet ve hürmetle bizim muhatabımızdır” dememiş miydi?  Selamını esirgemeyen bir alimdi ve eminim selam eksik olmamıştır üzerinden.