Tolstoy’u dinlerken

Önce bir şaşkınlık yaşıyorum; büyük bir şaşkınlık. Ve bu 19. yüzyıl adamını, bu Yasnaya Polyana konağında doğmuş Kırım Harbi subayını dinlerken, Tolstoy’la Tolstoy’un konuşmasını kaydeden cihazı yan yana getirmekte güçlük çekiyorum. Ama konuşma gerçek ve ses yazara ait. Tolstoy, 1909 yılında, yani ölümünden bir sene önce kitaplarından bazı bölümleri kayda okumuş. Söyledikleri, bir romanın cümlelerinden çok, artık ölümün kapısına varmış olan bir bilgenin insanlara son nasihatlerine benziyor: “Her eylemin öncesinde yatan bir sebep olduğu için insanın özgür olmadığını söylerler. Oysa insan her daim ‘şimdi’nin içinde hareket eder. Ve ‘şimdi’ zamanın dışındadır; geçmiş ile gelecek arasında bir bağdır sadece. Bu sebeple ‘şimdi’nin içinde insan her zaman özgürdür. Gelecek için endişe etmeyin, çünkü gelecek diye bir şey yoktur. Sadece şimdi vardır, onun için yaşayın. Ve şimdinin içinde iyiyseniz, sonsuza dek iyisiniz demektir. İnsan yalnızca acıyla büyür. Bunun farkında olmak ve başa gelen talihsizliği kabul etmek iyidir. Böylece insan isteyerek sırtlandığı yükleri hafifletir. Yaşamın bedende değil de ruhta olduğunu fark ettiğinizde artık ölüm yoktur, sadece bedenden kurtuluş vardır. Ruhumuzda ölümün ötesinde bir şeyler görürüz. Zihninizde neyin bedensel olmadığını ayıklayın. O zaman içinizde neyin ölümsüz olduğunu anlayacaksınız. Yaşamımızdan hoşnut olmama hakkımız yoktur. Yaşamdan hoşnut değilsek, bunu kendimizden hoşnut olmamak için bir sebep görmeliyiz.”*

Tolstoy’un kısa vaazını dinlerken, uzak, küçük bir kasabada buluyorum kendimi. 16 yaşındayım. O yıllarda ilçenin tek avukatı olan dayımın evinde, merakla raftaki kitaplara bakıyorum. Yengem, içlerinden birini alıp bana uzatıyor; okuyup geri vermem için değil, hediye olarak. Tolstoy’la ilk kez orada tanışıyorum. Elime tutuşturulan kitabının adı “Diriliş”. Her genç okur gibi ben de yazarın niyetini sorgulayacak birikimden yoksunum. Kitap aklımda, bir yargıcın vicdan azabı olarak yer etmiş. Yıllar sonra Tolstoy’un öteki kitaplarını da okudum ve onun “Sanat Nedir?” isimli eserinin çevirilerinden birinin redaktörlüğü yaptım. Tolstoy, örneğin Dostoyevski’den farklı olarak, açık bir şekilde yazarın insanlığa karşı iyileştirici bir görevi olduğunu düşünüyordu; yazdıkları iyiyi ve kötüyü fark ettirebilmeliydi. Sonraları defalarca tecrübe ettiğim bir başka tespiti daha vardı Tolstoy’un. Diyordu ki, bir eseri yazan kişi yazıklarında ne kadar samimiyse okuyucuları da onu o kadar samimi bulacaklardır. Bir başka deyişle, okuyucuların bir esere inancı, yazarının inancı ölçüsündedir…

Tolstoy’un kısa konuşmasını dinlerken, içimden Rilke ve Lou Salome bu sesi böyle kayıttan değil, yazarın karşısına saygıyla oturmuş olarak dinlediler, diye de geçirdim. İki âşık Rusya’ya yaptıkları gezi sırasında Tolstoy’u ziyarete gitmişler, yazar onları bir süre bekletmiş, nihayet kabul ettiğinde de Rilke’ye “ne iş yapıyorsunuz?” diye sormuştu. “Şairim” cevabını alınca, bir rivayete göre, ona daha ciddi işlerle uğraşmasını tavsiye etmişti. Ama sadece onlar değil, her sınıftan insan Tolstoy’u seviyor, onu ziyaret ediyordu. Kendisine Hıristiyanlıkla Marksizm arasında bir felsefe inşa eden bu iyi halli toprak beyi, çiftliğinde çalışan rençperlere bakıp dertleniyor, mülkünü onlarla paylaşmak istiyor, doğal olarak sürekli karısının muhalefetine maruz kalıyordu. Onun için çalışanlardan bazıları da aslında efendilerinin bu tuhaf hallerine bir anlam vermekte güçlük çekiyorlardı. Aklı başında “normal” bir efendi hiç böyle davranır mıydı! Yazar yaşlandıkça merhameti daha da artmış; her şeyi dağıtmak, üstünde artık taşınmaz bir yük halini alan dünya mülkünden kurtulmak istemiş, bu da onu anlamak istemeyenlerin gözünde yaşlılığın ve deliliğin açık işaretleri olarak görülmüştü. Ama mülkten kurtulma konusunda inatçıydı Tolstoy. Sonunda, seksen yaşını geçmiş ihtiyar adam, muhtemelen yakın çevresine küserek evi terk etti. Yolda zatürreeye yenik düştü ve onu Astapovo tren istasyonunda ölü buldular. Bu, ruh çilekeşi Tolstoy’un insanlara verdiği son mesaj oldu…

Tolstoy’un kısa konuşmasını dinlerken, keşke kendi cenazesini bir başka âlemden seyretmiş olsa, diye geçirdim içimden. Çünkü ölümünü duyan yakın ve uzak bütün köylüler, sanki evlerinden bir cenaze çıkmış gibi yazarın çiftliğine dökülmüşlerdi. Polis, onları durdurmaya, merasimin çerçevesini bozmamaya çabalıyor ama onlar bir yolunu bulup cenaze alayına katılıyorlardı. Tolstoy’un cenazesi binlerce fakir köylü tarafından uğurlandı. Davranışları zaman zaman gariplerine gitse de, öyle görünüyor ki, yırtık elbiselerini kendi elleriyle dikip giyen efendilerini aslında anlamışlardı…

*Tolstoy’un ses kaydı, Ümid Gurbanov tarafından Türkçeleştirilerek sosyal medyada yayınlandı.