2013 yılında Arap Baharı dalgası kırılıp Mısır’daki askeri rejim devrimi ve siyasi hareketleri bastırma cihetine gidince gençler için de nahoş bir devir başlamış oldu. Mısır’da, Tunus’ta ve daha pek çok ülkede gençleri elde tutmak, rejimin aleyhindeki faaliyetlere kaptırmamak adına programlar ve etkinlikler bir birini izlemeye başladı.
2015 yılında Milli Güvenlik Konseyi’nin gençlere ilişkin 2250 sayılı kararıyla birlikte konuya ilişkin politikalar ve uluslararası toplantılar peşpeşe geldi. Şubat 2015’te Washington Beyaz Saray’da yapılan Aşırılıkla Mücadele zirvesi ile aynı yılın Haziran ayındaki yine aşırılık temalı Avrupa Gençlik Konferansı’nı ve Ağustos ayındaki Dünya Gençlik Forumu’nu buna örnek verebiliriz.
Bu tür program ve etkinliklerin ana fikri olarak söylenegelen şu: Arap dünyasındaki gençler arasında revaç bulan göç dalgasıyla aşırılık fikrinin uluslararası platformlarda dile getirilmek suretiyle dönüşüme uğraması. Ve elbette “gelişmenin yakıtı” olarak bilinen gençliğin aşırıcı akımların eline düşerek coğrafyada istenmeyen değişimlere sebebiyet vermesinin önüne geçmek.
“Gençliğin güven içinde olmasını” esas alan bütün bu etkinlikler yapılıyorken Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği rakamlarına göre büyük çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu, bir önceki yılın neredeyse iki misli mülteci Avrupa kıtasına bir sel gibi akıyordu. 1 Ocak – 21 Aralık 2015 arasında Türkiye’den yola çıkarak Akdeniz’i aşan, yahut karadan Doğu Avrupa ülkelerine yönelen kitlenin sayısı tam 1 milyonu bulmuştu. Bu sayı ancak bir sonraki yıl, 2016’da 123 bine inecekti. Onun da sebebi Türkiye ile AB arasında varılan göç anlaşması olacaktı.
Aynı zaman diliminde meydana gelişen başka bir hadiseyi, DEAŞ’ın tırmanışını gözden kaçırmayalım. DEAŞ’ın tırmanışı sadece Irak ve Suriye açısından mesele olmadı. Terör örgütünün Mısır’ın kuzeydoğusunda yer alan Sina Yarımadası’ndaki gösterdiği etkinlik de hesaba katılmalı.
Bu arada çok çarpıcı bir Tunus gerçeği var ortada. Arap Baharı’nın kıvılcımını tutuşturan ve değişimden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen Tunus, Freedom House tarafından “özgür devlet” olarak tanımlanmıştı. Ve bu Tunus, aynı zamanda bir an önce kapağı Avrupa’ya atmak için deyim yerindeyse birbiriyle yarışan gençlerin ülkesiydi. Bir yandan Arap ülkeleri arasında Avrupa’ya en fazla göç veren ülke olurken, tezata bakın ki, diğer yandan terör örgütü DEAŞ’a en çok eleman kazandıran ülke olmayı bir şekilde başardı.
Avrupa’ya göç başlarda fakir, işsiz ve alt sınıftan gençleri cezbediyorken daha sonra ülke çapında bir karaktere büründü. Üniversite gençliği, liseliler hatta ilkokul çağındaki çocuklar ve genç kızlar bile göçü bir çare olarak görmeye, yeni bir hayatın özlemiyle yanıp tutuşmaya başladı. Tunus çapında yapılan bir ankete göre ülke gençliğinin yarıdan fazlası kaç paraya mal olursa olsun ülkeden kaçıp gitmek istiyordu. Gençlerin neredeyse üçte biri ise her türlü tehlikeye rağmen kanuni olmayan yollardan, kaçak olarak göç etmeye dünden razıydı.
Tunus gençliği tam bir kıskacın içerisinde bulunuyordu. Avrupa’ya göç yolunda Akdeniz’in serin sularında boğulma tehlikesi bir yana, ülke gençliğine kucak açarak onları bombalara, kurşunlara çağıran terör örgütü DEAŞ ise diğer yana… Büyük bir heyecanla başlayan devrim zamanla tavsamış, sosyolojik ve ekonomik değişim hevesi adeta kursakta kalmıştı. Ülke içerisinde ideolojik ihtilaflar gittikçe büyürken fakirlik almış başını gidiyor, yüzlerce genç patır patır intihar ediyordu.
Peki, siyasi rejimler ne öneriyordu?…
Daha fazla açlık, daha fazla zulüm…
Evet, gençler adına yapılan boş toplantılar karın doyurmuyor. Propaganda amaçlı faaliyetlerin, yapılan konuşmaların bir faydasını gören olmadı. Sadece zindanlar doluyor. Özgürlük için ağzını açmaya yeltenen genç, soluğu zindanda alıyor.
Mısır’a gelince, gençler seçim kurulları önünde aday olabilmek için neredeyse takla atmak zorunda kalıyor, her zaman kazanan malum tek aday oluyor. Vaziyete sesini çıkarmak isteyeni kötü muamele, itiraza devam edeniyse rejimin zindanları bekliyor.
Fakat dikkat çeken bir husus; gençler yine de bir yolunu bulup ilerleme kaydetme uğraşı veriyor. Kendi gelecekleri ve aileleri için mevcut durumu kendi lehlerine çevirecek hamleleri yapmaya gayret ediyorlar. Devletin el uzatamadığı alanlarda faaliyet gösteriyorlar.
Mesela Mısır’da tarihin en baskıcı rejimi altında bile kreatif yazarlık, resim faaliyetleri, geçim sağlayan kimi el sanatları, dini manada bir şuurlanma ve hayır faaliyetleri kesintisiz bir şekilde yürüyor. Rejimin tutukladığı insanların sesini duyurma çabaları zindanların sağır duvarlarını aşarak devam ediyor. Yüksek öğrenimden men edilenler, üniversiteleri şaşırtacak işlere imza atıyor.
Rejimin toplum içerisindeki yandaşlarına rağmen, onlarla alay edercesine oluyor bütün bunlar. Zaten şu yandaşları da olmasa diktatör rejim gün yüzü görmeyecek.