Temmuz’da Yemen Türküsü

Temmuz boyunca havada bulut var. Yirmi üç yıldır Temuzlarım hep bulutlu. Yirmi beş desem daha doğru olur. Oğlum iki aylıkken Saraybosna’daki Žuč (Juç) tepesinde ağır bir çatışma çıkmıştı. Cumartesi günüydü ve Temmuz’un 24’üydü galiba. O çatışma esnasında bir gün içinde eşimin mensup olduğu küçük birlikten 7 arkadaşı şehit düştü, 14’ü yaralandı. Kulağıma gelen kötü haber yalan çıktı, şükretsem ayıp olur, o gün şükredemeyen yüzlerce Saraybosnalı anne, eş, kardeş vardı. Sevdiğinizin birinin sağ salim eve dönmesine sevinmenin utanç duygusunu, o boğaza takılan boşluğu kimsenin bir daha tatmasını istemem.

Bir sonraki sene, Drina kenarında Bosna Hersek Ordusu kontrölü altında kalan tek yer olan Gorazde (Gorajde) kasabası her an Çetnik’lerin eline düşme tehlikesiyle karşı karşıya. Havada yine bulut var. Doğurgan bir yağmur bulutu değil, güneşi kaplayan, duman, nem, buğu… Belki mazlumların birikmiş ahları. Belki Doğu Bosna’da, Priyedor’da görülen soykırım, katliam, tecavüzler, toplama kampları, sürgünler… ve Gorajde düşse.. Artık görmediğimiz, bilmediğimiz bir zülüm yoktu. Savaş başladığında kimse ne olacağını tahmin edemiyordu, her şey aniden, beklenmeden oldu bitti. En azından kurbanlar hangi çeşit işkenceye uğrayacağını bilmiyordu. Şimdi her şey bilinir, her şey tahmin edilir. Senaryo hazır, yeni figuranlar sırada… Bir kere ölünür, fakat vahşetlerin, işkencelerin şiddeti malum olunca, ölüm bir kurtuluş gibi görünüyor… Srebrenica kimsenin aklına gelmedi. BM’nin himayesi altında.

Bir sene daha, hava yine bulutlu ve aylardan Temmuz. Beklenmedik bulutlar yine gökyüzünde. Önlemler alınmış, BM askerleri koruyor Srebrenica’yı. Eski sakinleri, işgal altındaki çevre kasaba ve köylerden çıplak canını kurtaranlar. İnsan garip bir yaratık, her şeye alışır, açlığa da, bombardımana da, yokluğa da… İdare eder bir şekilde. Peki ya şiddete, tecavüze, sürgüne nasıl alışsın? Yakınının yokluğuna nasıl alışsın? Ölüme bile katlanır, fakat yakın birinin yok olmasına nasıl katlansın? Yakın birinin ölümü insanın canını acıtır, fakat ölüsünü gördükten sonra, defnedildikten sonra, acısına da, ayrılığına da alışır insan. Ne mezartaşı var, ne defnedildiği yer. 8372. Ölüm sebebi de malum değil. Kurşun mu, kılıç mı, hançer mi? Aç mıydı? Çantasında acep nesi vardı? Bir çift kundura var mıydı? Bir kuru ekmek parçası? Neredendi? Çok mu çekti son anlarında? Ölüm müsebbibi de cezasını görmemiş. Her şey sezilir, her şey tahmin edilir, fakat kanıtlar nerde? Yakınının kemikleri de yokken… Anneler, kızkardeşler, kızlar, eşler adalet peşinde. Adalet dediğin de, bir parça kemik, bir de zalimlerin yargılanması…

Yirmi üç yıl boyunca 11 Temmuz cenaze günü. Sağ kalan olsaydı gelirdi… Ya kemikleri, ya bir tane mezartaşı olsa… Havada bulut var. Gözler, üstünde kurumuş kanlı gözyaşlarından kurulmuş bulut. Yaşlanmış bu Srebrenica kadını.  Ayağı ağrıyor, yüreği sızlıyor. Kundakta bebekken Srebrenica’dan çıkmış kızlar, artık gelinlik tazeler. Umudunu Amerikalarda, Avrupalarda, Bosna’nın diğer şehirlerinde bulmuş. Eve dönmekten, Srebrenica’dan umudunu kesmiş. Toplu cennaze günü kimi gözyaşları içinde, kimi panayır yapıyor… Gelenler yesin, içsin, hediyelik alsın…

Yirmi üç sene sonra bir anne oğlunun bir tane kemiğini bulmuş, defnetmiş. Kendisi de oğlu da huzur bulmuş. Bir bebek… Sis içinde, bulutlar altında sessiz kalmış.

Sekiz sene önce Temmuz ayında babam vefat etmiş. Seksen altı yaşını doldurmadan. Temmuz doğumluydu.

Her sene Temmuzlarımız aynı. Havada bulut. Giden gelmiyor, acep ne iştir?

Bir daha kimse yaşamasın diyorduk.

Bir daha kimse kimseye yaşatmasın diyorduk.

Evvelsi gün bir Leyla kayboldu. Üç yaşındaydı. Haziran’da, Ramazan Bayramı’nda. Ve yine Haziran’da sekiz yaşında bir Eylül kayboldu. Cesedi bulundu. Yaşadıkları işkenceleri düşünmek bile zor geliyor. Analar babalar kara bağladı. Savaş olmadan da caniler var, anlamasam da biliyorum. Cinayet faillerinin bu dünyada da hak ettikleri gibi cezalandırılacağını ümit ediyorum. Çifte standartları olan, suçluları hak ettikleri gibi cezalandırmayan uluslararası mahkemeler yargılamayacak bu cinayet faillerini. Leyla’nın mezarı, Eylül’ün mezarı da birer Srebrenica.

Havada bulut var; seller gözyaşlarından, gökten, Allah’tan.

2015’te başladı.

2017 Temmuz ayında Yemen’de kolera salgını binlerce can götürmüş. Bir de açlık. Kim sayacak ölüleri?

Açlık haddini aşmış. Tecavüzler, ölümler, katliamlar, toplama kampları, kolera salgını. Kimin koruması altındaydı bunlar? Başlayınca, biraz ilgilendik. Üç sene geçti, haberlerde izlemekten bile usandık. Hani, Kurtlar Vadisi bile olsa… istisnasız her gün haber, bıktırır insanı. Geçen sene birkaç manşetle yetindik. Yeter artık, kime ne Yemen’de olup bitenlerden! Kimse bunları konuşmuyor, yazmıyor, izlemiyor. İşte Yemen diye bir yer var. Siz, gönül ehli, bu Yemen’in Üveys Karani’nin memleketi, size söylüyorum. Hafızlar, size söylüyorum, ilk Mushaf yazmalarından biri orda. Siz, kahve düşkünleri, kahvenizi yudumlayıp kahvenin anavatanını düşündünüz mü hiç? Fakirdir Yemen halkı. Ya saldıranlar? Haremeyn bekçileri olacakken (iki) yüz(l)üklerin efendilerine dönüşmüş. Orda bir düğün var, eksi elli sivil. Şurda bir mülteci konvoyu, eksi yirmi. Kim saysın Yemenlileri?  Ağızlarında gat çiğnerken kafayı bulmuş Yemenlileri düşünüyorum. Dişlerinin gattan yeşil, çürümüş olduğunu. Dükkanların köşelerinde uyukluyorlar. Yok canım, nerden? Kaldı mı bir şey? Yiyecek bir lokma bile bulamıyorlar. Burası Muş’tur… Burası Huş’tur, yolu yokuştur… Giden gelmiyor acep ne iştir… Yemen için Uluslararası Savaş Zülümleri Mahkemesi kurulmamış. Müslümanlar diğer Müslümaları katlediyor. Bizi de İsa adına, Hristiyanlık adına katlediyorlarmış. Sunniler Şiileri katlediyor, Şiiler Sunnileri. Hakikat adınaymış! Bu katillerin ortak bir noktası var: din arkasına gizlenmiş büyük pislik, büyük dinsizlik. İnançlı gazidir, savaşır, toprağını, ilkesini savunur. Fakat zülüm yapmaz. Ne İmran oğlu İsa, ne Meryem oğlu İsa, ne de Peygamberlerin Tacı zalimdi! Haşa!

Yemen’de de bilmediğimiz Srebrenicalar varmış. Ben sadece oradaki anneleri düşünüyorum: evlatlarının kemiklerini toplu mezarlıklarda nasıl arayacak?

Aynaya bakıyorum: uykulu olan benim, gaflet denen görünmez bir gattan çürümüşüm. Seyirci kalıyorum. İlgisiz, silik, yumuşak yargılarımla.

Bir sonraki Temmuz: SIRADAKİ diye kime bağıracak?

Yoksa, bir uyansak, bir insan olsak, Hakk’a gerçekten inansak, uyandığımızda bulutsuz bir hava bulsak, bulutsuz bir Temmuz’u…