Temiz Bosna toprağına secde

Bosna savaşı gazilerinden ve Bosna’nın Efsanevi Savaş Birliği Kara Kuğular’ın komutanlarından Harun Hociç, Bosna Savaşı ile ilgili hâtıralarını yazdığı ‘Bosna’nın Temiz Toprağına Secde’ adlı kitabının tanıtımı için Türkiye’ye geldi. Fatih Akıncıları’nın organize ettiği bir basın toplantısında kitabını tanıttı.

Beni bu kitabı yazmaya sevk eden saik, Bosna Hersek ve Sırplar arasındaki savaşla ilgili kitap yazanların çoğu, cephede bulunmamış kimselerdi. Cephede bir gün bile yer almamış bir kimse, savaşın dehşetini ve acılarını, askerlerin duygularını nasıl anlatabilir ki?

Bosna Hersek’in nüfusu çok az, yani 3,5 Milyon. Bundan dolayı ilk baskıda kitabı 1.500 adet bastırdım. Bir yıl boyunca kitabı tanıtır satarım diye düşündüm. Fakat bir yıl içinde kitap Boşnakça olarak 3 baskı yapıp, 5.000 adet sattı. Elhamdülillah şimdi de Türkçe olarak bastıldı” diyor.

Kitap neleri ihtiva ediyor?

Yazar kitabın detaylarını şöyle anlatıyor: Yaralanan bir askerin haleti ruhiyeleri.. Buna en güzel misal, Foçanska Caddesi hikâyesi… Savaşta kolunun bir parçasını kaybeden 19 yaşında bir gencin yaşadıkları…

Çetniklere karşı yaptığımız bir saldırı esnasında, çetniklerin attığı el bombasıyla vücudunun bazı yerleri yaralanan ve kolunun bir bölümü parçalanan Zenga, çok kan kaybediyordu. Sedyeyle hastaneye götürülürken, saatin kaç olduğunu sordu. 4,5 olduğunu söylediler. ‘Tamam ben öğle namazımı kıldım. Eğer şehid olursam, Allah’ın karşısına çıkabilirim’ dedi.

Bu genç daha sonra hafızlık da yaptı ve İlahiyat Fakültesini bitirdi. Kendisiyle Gazi Hüsrev Bey Camii’nde görüşüp tanışabilirsiniz.

İkinci örnek de Cemil Zubaça diyebilirim. Ben O’nu ilk gördüğümde neler hissettim? ‘Çağrı’ isimli bir film var bilirsiniz.

Bosna Hersek savaşında yer alan Boşnak askerlerin birçoğu bu filme hayrandır ve o filimde Hz. Hamza karakteri gibi olmak istiyorlardı. Cemil’i ilk gördüğümde Hz. Hamza gözümde canlandı. Benden 10 cm daha uzun boylu, başında yeşil bir sarık vardı. Tam bir Müslüman asker görünümündeydi. Savaş sırasında Srebrenica bölgesinde bir gece yarısı havan mermisinden isabet eden bir şarapnelle kafası parçalanmıştı. Çok karanlıktı ve O düştüğünde, ben de O’nun üzerine düştüm. Kalkarken O’nun başına elimi uzattığımda, kafasının içine girdi. Ambulans geldi Kladanj Hastanesinde O’nu ameliyata aldıklarında, elimde O’nun kafasının et parçalarını gördüm.

Cemil şu anda hayatta. Ruhî hiçbir sıkıntısı da yok. Şu anda iki kızı var, Medresede okuyorlar. Bizim gençlerimize örnek olması için sadece bu hikâyeyi yazmam yeterdi.

Savaşın en zor yanı

Savaş esnasında benim için en zor olan neydi, şimdi ondan bahsedeceğim. Çetniklerin bulunduğu bir bölgede, üç gün üç gece mahsur kaldım. Arkadaşlarım benden haber alamayınca, şehid oldum diyerek, benim için mevlid bile okumuşlardı; orada çok zor anlar yaşadım.

Benim için en zor olan bu da değildi. Şu anda burada aramızda bulunan Dostum Hakan, o zaman 19 yaşındaydı ve bir ayağı mayında kopmuştu. O’nu hastanede ziyaret ettiğimde ağladığını görmüştüm. Ağrılardan dolayı ağladığını sanıyordum, fakat şehid olamadığı için ağladığını anladım.

Bu da benim için zor anlardan birisiydi, lâkin en zor olanı bu da değildi. Sancak’tan Liseden en yakın arkadaşım yanımda yaralandı. Birçok arkadaşım yanımda vurulup, ellerimde ölüyordu. Benim için bunların hepsi zor anlardı, fakat en zor olanı değildi.

Benim için en zor olanı, arkadaşım Meho Dizareviç’in şehid olduğunun haberini ailesine vermekti. Meho Dizdareviç 2. Tabur 2. Bölük Komutanı. Yanına Adil Kovaçeviç ve Saraylitsa’yı alarak Sırplar’ın kuşatmasını yarmak için Semizovac-Srednje yoluna girince, korkunç bir kurşun yağmuruna tutuluyorlar. Bu arada Meho ile olan telsiz irtibatımız koptu. Yanlarına ulaşmak için birkaç kere teşebbüsümüz oldu, fakat başarılı olamadığımız gibi 3 şehid daha verdik.

Bosna en iyilerimizin kanıyla yıkanıyordu. Meho 27 yaşındaydı. Arkadaşları tarafından çok sevildiği için bölük komutanlığına seçilmişti. O’nunla özel bir bağım vardı. Beni Zenica’daki evlerine götürüp anne, baba ve kardeşleriyle tanıştırmıştı. Benim ailem Sancak’ta olduğu için gidecek kimsem yoktu. Bunu bildikleri için kışlada tek kaldığım zamanlarda, bana kol böreği gönderirlerdi.

Tabur komutan yardımcısı Albay Halil Brzina, beni çağırttı ve ‘Taburun emiri sensin, üçü de senin askerindi, Allah yardımcın olsun.’ diyerek şehid olan 3 askerin ailelerine haberi benim vermemi söyledi.

Önce Adil Kovaçeviç’in annesine gittik. Oğlunun şehid olduğunu ve cesedini alamadığımızı söyledim. Kadın sadece öylece baktı kaldı ve kendi dünyasına daldı gitti… Önce bir şey söyleyemedi. Sonra gözlerini kaldırdı ve ‘Oğlum, siz gelmeden biliyordum, dün ikindiden sonra Adil’imin artık olmadığını hissettim’ deyince gözlerimden yaşlar daha fazla akmaya başladı.

Daha sonra Vrselje’ye yöneldik. Meho’nun yakınları hariç bütün köy Meho’nun şehadet haberini duymuş. Şehidin evine yaklaştığımızda babası Zahid Amca, bizi kapıda karşıladı. Titremeye başlayınca ben O’na sarıldım. İçeriden annesinin ve kız kardeşlerinin çığlıkları duyuluyordu. ‘Yeter! Feryat etmek yok!’ diye bağırınca, birden sessizlik çöken eve girdik.

Zahid Amca’nın hâlâ ellerinden tutuyordum. Bana: ‘Nerede? Götür beni O’nu göreyim’ deyince ben sanki yok oldum. Allah’ım benim de canımı niye almadın? Onlarla birlikte cennetin güzelliklerinde olsaydım da şu an bu imtihanla muhatab olmasaydım’ diye içimden geçerken; ‘Cenazesini alamadık, Çetniklerde kaldı’ dedim.

Zahid Amca, ellerini yumruk yapıp göğsüme koydu, söz söylemesine gerek olmayan o bakışlarıyla bana baktı ve ‘O zaman, sen niye geldin?’

Söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu… Hayat Tüneli’nde çalışırken, gelen ziyaretçilere ve özellikle de çocuklara kahramanlarımızı anlatırım. Bir gün Zenica’dan bir okul gelmişti. Çocuklara ‘Aranızda babası 7. Müslüman Tugayı’ndan olan var mı çocuklar?’ dedim.

Güzel yüzlü, mavi gözlü bir erkek çocuğu ayağa kalkarak, gururla ‘Benim dayım’ dedi.

Dayın kim’ soruma ‘Meho Dizdareviç!’ diye cevap verdi. Sustum, yanına gittim ve ona sarılarak adını sordum. O da Harun deyince şok oldum. Allah’ım bunlar ne asil insanlar, hele Meho’nun kardeşi olan bu kadın. Alabilecekleri en zor haberi getiren bir adamın ismini çocuğuna nasıl verebildi!”

Bu kitabı alıp, okutun ve okutun, sakın ihmal etmeyin!