Yayınevinin standında otururken, “bir zamanlar bu fuar yayıncılar için bir umuttu” diye geçirdim içimden. “Ramazan ayı boyunca Sultanahmet’e gelen yüz binlerce insanın önemli bir kısmı mutlaka kitap fuarına da uğrardı. İçlerinde sadece öylesine gezip gidenler de vardı, önceden not ettikleri bazı kitapları indirimden istifade ederek ucuza getirenler de. Fuar Sultanahmet Camii’nin avlusundayken iğne atsan yere düşmezdi. Hele teravih çıkışında kalabalığın birden stantların önünü doldurması görülmeye değerdi. Her yaştan okur kitap alırdı o zamanlar. Kitap, şimdilerde artık çürümeye başlamış büyük gelecek idealinin teminatıydı sanki. İçimizde ancak okursak, ancak sayfaları çizersek hallolacağına inandığımız meseleler vardı. Kitaba inanırdık, kitaplar üzerinden konuşmaya inanırdık, bir gün kitaplı bir Türkiye kuracağımıza canı gönülden inanırdık. Ramazan fuarı, kitapla orucu yan yana getirerek adeta bu inancımızı pekiştirirdi. Yayıncıların da yüzü gülerdi; borçlarını öderler, depolarındaki kitapları eritirler, yılın yarısını kurtarırlardı. Ama her nedense yıllar içinde okumakla varılacağına inanılan o güzel ülke yerini ciplerle, uçaklarla gidilen tatil beldelerine bıraktı…”
Akşam vakti yayınevinin standında oturmuş sinek avlarken, “Fuar, yetim bir çocuk gibi sürekli yer değiştirdi” dedim kendi kendime. “Önce Sultanahmet’in avlusundan alınarak Beyazıt Camii’nin önündeki meydana taşındı. Bu taşınma insanların kitaplardan soğumaya başladığı yıllara denk geldiği için belki, fuarda bir şeyler eksildi. Heyecanı azaldı, ziyaretçisi azaldı, kitaplara hevesle bakan gözler azaldı, çantalara doldurulan eserler azaldı. Bu sene bir kez daha yeri değiştirildi fuarın, gönlü kalmasın diye herhalde, Ayasofya Camii’nin önündeki boşluğa taşındı. Hatta tuhaf bir sessizlikle taşındı buraya, Ramazan’ın ilk haftası geride kaldığında, insanların pek çoğu fuarın yeni yerini bilmiyordu bile. Aslında karşılıklı bir boş vermişlik vardı; fuarı düzenleyenler de eski ziyaretçiler de heyecanlarını kaybetmişlerdi. Yıllar içinde hayalsiz, düz bir dünya inşa etmiş, keskinleşen kanaatlerin esiri olmuşlardı. Daha az okuyor, daha çok konuşuyorlar; daha az analiz edip daha kolay düşman üretiyorlar; siyasete boğulmuş bir halde yalpalayıp duruyorlardı. Kitapların vaat ettiği dünyayı kuramadıkları için, dünyanın arzu ettiği imkânlı bir kalabalığa dönüştüler sonunda…”
Yayınevinin standında iftar vaktini beklerken, “Oysa şu ıssız standın raflarında ve masalarında muazzam bir dünya var” diye geçirdim içimden. Roman kahramanları, din bilginlerinin ortaçağın serin taş odalarında divitle yazdığı sayısız metin, seyyahların uzak ülkelerden toplayıp getirdiği bilgiler, genç şairlerin bir teki bile satsa mutluluktan havaya uçacakları ince şiir kitapları, yeni hikâyecilerin çektiği hayat fotoğrafları; düşünceler, kurmacalar, uzaklar, dizeler ve hayaller. İşte hepsi de bir ramazan akşamının tenhalığında onları hevesle karıştıracak parmakları bekliyorlar. İlle de satın almaları gerekmez, şöyle bir gelip önlerinde dikilseler, ellerine alıp sayfalarını çevirseler, merakla birkaç cümleye, birkaç paragrafa göz gezdirseler. Gözüm, tanıdığım genç bir şairin incecik kitabına ilişti. Bu şiirleri yazarken, yayınlatırken nasıl heyecan duyduğunu biliyorum. Daha da fazlası; o her bir şiirinde dünyayı değiştirdiğini düşünüyordu. Ama kaybeden elbette şair olmadı; kaybedenler, okuduğu bir şiirle içinde küçük sarsıntılar yaşayabilen insanlar oldu elbette. Yine de hepten umutsuz değilim. Biliyorum ki iftardan sonra hâlâ yorulmamış eski rütbeli okurlar ve hayata henüz alışmakta olan meraklı gençler gelip gönüllerine göre kitapların arka kapağını, içinden birkaç sayfayı gözden geçirecekler. Merakla bir kitabı karıştıran insan güzeldir…
Yayınevinin standında, artık yaklaşmakta olan akşam ezanını beklerken, “Taze okurdan umut kesilmez,” diye geçirdim içimden. İşte birkaç genç kız ve delikanlı rafın önünde durdular ve alıcı gözlerle kitapların kapaklarını rasat etmeye başladılar. Bunlar hayat tarafından, eşya tarafından, siyasi kurnazlıklar tarafından, içi doldurulmamış büyük hikâyeler tarafından henüz teslim alınmadıkları için, bir romanı heyecanlanarak okuyacak yaştalar. Okudukları kitapların cümleleriyle büyüme çağının sancıları iç içe geçecek. Muhtemelen birkaç Ramazan boyunca buraya gelecek, iftardan önce ya da sonra kitap fuarını gezecek, ellerine çok yakışan şu bez çantaların içine kitaplar dolduracak ve evlerinin, yurtlarının yolunu tutacaklar. Bir sahur öncesi, hevesle alınmış kitapların masanın üzerine dizilip, çayla birlikte sayfalarının karıştırılması onlara bir cesamet kazandıracak, apayrı bir zevk duyacaklar yaptıkları işten, ayrıcalıklı olduklarını hissedecekler. Bir sıralama da yapmaları gerekecek; önce hangisinden başlanmalı acaba? İçinden birisini seçip onunla çıkacaklar yolculuğa. Kasabaların, kentlerin, geceye denk gelen ülkelerin odalarında sahur ışıkları yanarken, taze bir okur yerinden kalkıp, biraz uykulu çayın altını tutuşturmaya gidecek. Bu bir şiirdir…”