Bazen şimdiki zamanın baskısından bunaldığımızda özlemini duyduğumuz kaçış adreslerinden biri, hiç tanımadığımız akrabalarımız. Ümit Meriç’ten duymuştum bu soruyu: “Havva anamıza kadar uzayan anneannelerimiz zinciriyle tanışmak nasıl olurdu?” Yerine başka bir akraba zincirini de koyabiliriz. Yanımızda yöremizde akrabalarımız olsa da kayıp olan akrabalarımızı merak ediyoruz, en çok da varlığını bildiğimiz ama hiç görmemiş olduklarımızı.
Önceki hafta çıktığım Çankırı yolculuğumda anneannemin dokuz yıl süren Seferberlik Döneminin başında, 1914 tarihinde Refahiye’den ayrıldıktan sonra nihayet Kırıkkale’ye, Keskin’in Yeniyapan köyüne yerleşmiş olan yeğeninin çocuklarını ziyaret ettim. Bambaşka bir roman hikâyesinin keşif yolculuğuna çıkmışken roman gibi hayatları dinledim. Gerçi asıl arayış içinde olan ve benimle kardeşlerimi haberdar eden kişi anneannemin yeğeninin oğlu İskender dayı. Seferberlik sırasında terk edilen köyün bağını bahçesini andıran bahçelerin arasındaki sade köy evinde Fadime teyze ile İskender dayı, sanki çocuk yaştaki annelerinin seferberlik yorgunluğunu bir ömür boyu sırtlamış gibi sıladan söz etmek istiyorlar. Fadime teyze hisli gözlerle 86 senenin özetini çıkarmaya çalışıyor. Eskiden, ben çok küçükken gelmişler Refahiye’ye; hatırlamıyorum. İskender dayı hep ulaşmaya çalışan gurbetteki akraba olarak yaşamış; ayrı düşen için daha önemlidir bağları korumak. Bir kez daha arayıp bulan o, biz hazır adrese gittik Çankırı üzerinden.
Şehrin seslerinden ve alışkanlıklarından nispeten arındırılmış, duvarında eski zaman halılarından birinin asılı olduğu odada zamanın silip süpüremediği olaylar, duygular ve insanlar üzerine konuşuyoruz. Yüz çizgilerimizde, ses tonlarımızda ve kelimelerimizde yitirdiğimiz sevgililerden izler yakalıyor ve daha fazlasını keşfetmek için sanki, doğrulamıyoruz yerimizden, sınırlı saat aşıldığı halde.
Sılanın insanları, bahçeleri bağları, yaşanmamış bir hayatta onlara ait muhtemel boşluğa özgü sorular… Böyle bir coğrafya Anadolu, yüzyılların tozu birikmiyor evlerde.
Geçmiş bazen de hiç ihtimal vermediğimiz bir yerde, izbe bir tavanarasının bir köşesinde çürümeye terk ediliyor. 2005 yılında Vakıflar Yurdu’nun tavanarasında yuvalanmış kuşların, kedilerin arasında kaybolmuş bir tomar buluyor, o tarihlerde Çankırı Belediyesi’nde çalışan, şimdilerde Dr. Kamil Rıfkı Urga Çankırı Araştırma Merkezi’nde görev yapan Mustafa Kara. Ayağına takılan, “Kuşevleri Vakfiyesi” belgesidir. Ardından “tavanarası” araştırmaları başlıyor. Çankırı’da üç dönemdir Belediye Başkanı konumunda bulunan İrfan Dinç ve ekibi, Dr. Kamil Rıfkı Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi çatısı altında eski konakların ve evlerin tavanaralarına dağılan tarihi keşfedip halkın istifa edebileceği şekilde düzene sokmak amacıyla yoğun bir çalışma başlatıyor. Tespit edilen önemli belgeler ailelerin izniyle alınarak merkezin demirbaş defterine kaydediliyor. “Çankırı Araştırmaları Dergisi” bu faaliyetin bir parçası. 2005’den itibaren vatandaşların bağışı ve yapılan tarama çalışmalarının bir sonucu olarak merkezde hali hazırda 1600’ü Osmanlıca defter olmak üzere 2629 eser ve belge kayıtlı bulunuyor.
Milli Mücadele yılları sonunda Anadolu’da Bolşeviklik propagandası yapanların ve başka ülkeler lehine çalışan casusların Çankırı’da toplanıp Romanya’ya sürgüne gönderildiğine dair fotoğraflı emniyet kayıtları, Çankırı-Kastamonu ve Sinop İllerini fetheden kumandan Karatekin Bey’in komutanlarından Billur Bey’e ait 900 yıllık aba ve takke… Çanakkale Savaşı yıllarında Çankırı’da yaşayan Rum ve Ermeni kadınların cephedeki askerlerimize ördüğü kazak, çorap gibi malzemelerin tutulduğu defteri Dinç’le birlikte inceledik Araştırma Merkezi’nde. Araştırmacı Ömer Türkoğlu’nun zamanında arşivden güç bela aldığı için SEKA imhasından kurtarmış olduğu iki defterden biri, sözünü ettiğim. Diğeri ise Çankırı Belediyesi’ne ait yevmiye defteri. İnsan kurtarılmamış defterlerin içerikleri üzerine düşündüğünde, geçmiş sadece birkaç noktası net gözüken yüksek bir duvara dönüşüyor.
70’li yıllarda SEKA’ya gönderilen 16 kamyon dolusu Adliye Arşivi’nden geriye kalanları kurtarmaya çalışıyor İrfan Dinç. “Evimiz istasyonun yakınlarındaydı” diye anlatıyor; “Vagon vagon eski eser gittiğini görürdüm, pullar düşerdi yükleme sırasında. Toplayıp koleksiyon yapardım.”
Çankırı, Anadolu’nun katman katman derinleşen uzun tarihini sessizce koruyan bir şehir. Yolda rastlantıyla gezdiğim kişisel bir müzede, nişanlı kızların çeyizinde yer alan müstakbel eş için hazırlanmış “yanak yastığı”nın hemen yanında Roma devrine ait sütün başlıkları görebilirsiniz.
Keşfedilmek, riskler içeren bir olgu içinde bulunduğumuz dönemde. Buralar ihmal edilmiş demeniz, turizme açılmayı getiriyor. Atkaracalar’a yakın bir köy olan Ilıpınar’da, Ayşe Valide Camii’nin önündeki havuzda en az dört yüz yıldır yaşayan şifalı balıklar, turistlerin attığı suni yemler yüzünden azalmaya başlamış. Bunu bana köylü bir kadın gözlerinden yaşlar dökerek anlattı.
Çankırı Sanatçılar ve Edebiyatçılar Derneği’nde benzeri minvalde sürdü sohbetimiz ertesi gün. Derneğin Başkanı Yüksel Arslan öğretmenliğinin yanı sıra çeşitli sempozyumlarda tebliğler sunan bir edebiyat ve tarih araştırmacısı. Taşra-merkez ayrımını ortadan kaldıran engin birikimiyle şehrin tarihi derinliğini görünmez kılan toplumsal zaafları irdeledi sohbetimiz sırasında Arslan. Kuşkusuz öyle, liyakatin değil hiç de içtenlikle ilgisi kurulamayacak sorgusuz bağlılığın ön planda tutulduğu ortamlarda gerçeklerin Hakikat’e yol bulması kolay gerçekleşmez. Sanat ve edebiyat bu bağlamda yol açıcı olmayacaklarsa, kuru retorikten öte gidebilirler mi?
Sözlerinize hak ettikleri anlamı katacak insanlarla konuşurken zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsunuz. Hiç görmediğimiz akrabalarımız, kardeşlerimiz bazen bir roman kahramanından farksız ışıltılarıyla vücut buluyorlar gündelik hayatın hayhuyu içinde. Funda Arslan, siyasetin sanat ve edebiyatı araçsallaştırdığı oranda kültürel iktidarın değişmez bir sorun olarak kalacağını ifade eden tecrübelerini aktarıyor. Sorunu günübirlik değişimlerle idare etmenin tercihinde aktörler değişse bile olgu sabit kalıyor.
Kardeşlerim, kardeşlerim… Ethem Darendeli oldum olası Cağaloğlu ile bağlarını koruma çabası içindeki bir kitap tutkunu. 12 Eylül’den hemen sonra İstanbul’a yaptığı yolculuğun ardından İhvan Kitabevi’ni kurmuş ve kitabevinin ismi yüzünden sıkıyönetim tarafından sorgulanmış. Zor zamanlarda ayakta tuttuğu kitabevini 1990’ların başlarında kapatmak zorunda kalmış, ancak Çankırı’da kitap okurluğu alanındaki her faaliyette payı var.
Mehmet Akif Demirelli dört yıldır Okul Psikolojik Danışmanı olarak bulunduğu Çankırı’da, edebiyatın söyleyecek sözü olduğunu gösteren öyküler yazmaya devam ediyor. Buğday Pazarı Mahallesi’nde “İslam Kitapevi ve Hırdavat” yazılı dükkânın sahibi, şehir halkının “Hüsnü Amca” diye tanıdığı kitap dostu candan bir kabulle karşılıyor kapıdan girenleri. Hırdavatçı dükkânının bir cephesine kitap ciltleri yerleştirmiş. Şaşırtıcı değil hiçbir şey artık. Ilıpınar köyünün suni yem yüzünden ölmeye başlayan balıkları için gözyaşı döken kadınları var bu şehrin…