Suya sabuna dokunmayan Avrupa

16.asırda Paris; dar sokakları, toz dumana karışmış caddeleri, yayaların rahatça yürümesine fırsat vermeyen at arabalarıyla düzensiz bir şehir görünümündeydi. İlk kaldırımlar 18. yy ‘in sonunda düşünülmüş, yayalar yolların orta yerinde bulunan bir çıkıntıdan yürümek zorunda kalmışlardı. Ayrıca sokaklarda uzun bir süre aydınlatma olmadığından insanlar gidecekleri yere zifiri karanlığın korkutucu sessizliğinde ulaşmışlardı.

Paris’te sokakların 18. yüzyılın ilk çeyreğine kadar özel isimleri yoktu.  Sokak ve cadde isimleri daha çok meşhur bir şahsın adına ya da semtin öne çıkan bir özelliğine veya burada bulunan bir meslek grubuna ithafen veriliyordu. Bu adlar hiçbir yerde yazılı olarak belirtilmediğinden aranan bir yeri bulmak genellikle zordu. Sokak adlarının cadde başında veya sonunda bulunan evlerin duvarına yazılmasına dair çıkarılan emirler de uzun süre uygulanamamış, bu karara hane sahipleri itiraz etmişti. Bunun üzerine sokak tabelaları taşlara yazılıp sağlam bir şekilde ev duvarlarına asıldı. Çok sonraları bu tabela asma âdeti yayıldı ve halka açık tüm mekânlarda görülmeye başlandı. Özellikle irili ufaklı dükkânlar, müşterilerin dikkatini çekme adına çok büyük tabelalarla donatılıyordu. Tabelalar rüzgârlı havalarda zaman zaman yerinden koparak insan hayatını tehlikeye de sokuyordu. Bu keşmekeş durum ancak 18. yüzyılın ortalarında getirilen sınırlamayla önlendi.

Paris’te sokak aydınlatması

Sokakların aydınlatılması ilk etapta emniyet için çok önemliydi. 14. yüzyıla kadar Avrupa’nın birçok şehrinde doğru dürüst bir aydınlatma olmaması güvenlik zafiyeti doğuruyordu. Bu güvenlik sorunu önce evlerin caddeye bakan bölümlerinde fener yakılarak giderilmeye çalışıldıysa da fayda etmemiş daha sonra sokak başlarına fenerle bekleyen görevliler yerleştirilmişti. Fransız asilzadelerinden Madame de Sevigne, kızına yazdığı mektuplarda gece fenerlerin ışığında huzurlu bir şekilde sokakta yürümenin zevkinden bahsediyor (1672). Burada sözü geçen fenerler, resmi yetkililer tarafından evlerin pencerelerine asılmak üzere dağıttığı altı bin adet şamdan olmalıdır. Ancak bu sistem de rüzgârlı havalarda işlememiş, evlerin penceresinde yanan şamdan fenerler derde deva olmamıştı.

Paris’te aynalı ve fitilli yağ fenerleri ile sokakları aydınlatma yöntemine 18. yüzyılın son çeyreğinde geçilmişti. Bu sistem geçmişe oranla daha kullanışlıydı. Fitilli fenerler bu sefer evlerin duvarlarına değil altmışar metre mesafeyle dikilen beş metre yüksekliğinde direklere yerleştirilmişti. 1790’larda Fransız mühendis Philippe Lebon’un havagazını kullanarak Paris’i aydınlatmaya girişmesi de gösteriden öteye gidemedi. İşin garibi Lebon, Napolyon’un taç giyme merasimindeyken gece karanlığında sokakta vurularak öldürüldü (1804). Onun geride bıraktığı çalışmaları eşi yürüttü.

Avrupa’nın tuvalet adabı

Avrupa şehirlerinde su sıkıntısı, nehir ve göllerden faydalanmak suretiyle hallediliyordu. Kuyuların açılması daha sonraları düşünülmüş bir çözümdü. Temin edilen su muhtelif yerlere kurulan sarnıçlara taksim edilmekteydi. Kuyulardan pompa marifetiyle su çekme, suları dinlendirme havuzlarında bekletme gibi faaliyetler 17. yüzyıl boyunca ağır ağır ilerleme kaydetti. İhtilal yıllarında Paris’te kişi başına günlük ancak bir litre su temin edilebiliyordu. Hem tuvalet adabının gelişmemesi hem de yaşanan su sıkıntısı batı şehirlerini sıhhi anlamda tarih boyunca sürekli sıkıntıya sokmuştu.

12.yüzyıldan itibaren bazı derebeyi şatolarında tuvaletlerin yapılmaya başlandığı görülür. Lakin halkın tuvalet ihtiyacını yine kiliselerin kapı ve duvarları hariç istedikleri yerde alenen giderme alışkanlığı devam ediyordu. Ortaçağ sonlarına doğru Avrupa’da inşa edilen ev ve binaların çoğunda tuvaletlere yer verilmediğini biliyoruz. İhtiyacını gidermek isteyenler evlerinin ücra bir köşesinde, altında bir çeşit oturak bulunan iskemlelerde rahatlıyordu. Bununla beraber bu oturakları bulamayıp da zor durumda kalanlar koridorlarda, duvar kenarlarında ya da kimsenin görmediği alelade yerlerde tuvalet ihtiyaçlarını gidermekteydi. Avrupa’nın en bilinen saraylarından olan Versay ve Fontainebleau, içine hela konulmadan inşa edilmişti. O yıllarda Paris sokakları pislik ve kokudan geçilemeyecek bir haldeydi. Bu duruma daha fazla dayanamayan yetkililer, uluorta ihtiyaç giderenlerin cezalandırılması kararını verdi (1606). Halkın rahatlamasını sağlamak için önce sokaklarda taşınabilen seyyar tuvaletler gezdirilmiş ardından da cadde başlarına variller yerleştirilmişti. Viyana’da, ellerinde kova ve geniş bir pelerinle gezen seyyar tuvaletçiler halkın tuvalet sorunuyla ilgili ilginç bir çözüm yöntemi geliştirdi. İhtiyacı olanlar belli bir ücret karşılığında, tenha bir yerde kovayı koyup pelerinle tüm vücutlarını kamufle etmek suretiyle bu hizmetten yararlanabiliyordu. Aynı tarihlerde İngiltere’de de durum Fransa’dan pek farklı değildi. Evlerde biriken pislikler sadece bu iş için yapılmış mahzenlerde toplanmaktaydı. Üstelik bu çirkin görüntüye sadece Londra ‘da ki sıradan evlerde değil Kraliçe I. Elizabeth’in Sarayında da rastlamak mümkündü. İngiltere’de halkın bir araya gelip topluca eğlendikleri tiyatro salonlarında dahi tuvalet yoktu.

Avrupa’da durum bu haldeyken aynı tarihlerde kamu ya da özel, her türlü mimari yapının yanına veya içerisine hamam, umumi hela veya çeşme konduran Müslümanlar, İslam Dininin gerektirdiği temizlik anlayışından asla taviz vermemişlerdi. Bilhassa küçük yaşlardan itibaren kazandırılan tuvalet adabı konusunda gösterilen hassasiyet, bugün Müslüman toplumların çoğunu temizlik hususunda Avrupa’dan daha ileri bir seviyeye taşımıştır.