Kim hesapladı, kim yaptı henüz bilinmiyor. Bu günlerde herkes, ölümü konuşuyor.
Dünyada birçok insan, ölüm korkusuyla yüz yüze yaşamayı, henüz fark etti. Zengin fakir ayrılığı yok, herkeste ölüm korkusu.
Böyle bir şeyin olmaması mümkün müydü? Birileri bir iki sene evvel şu anda yaşadıklarımızı söylese, ‘Yok artık! O kadar da olmaz’ derdik. Hapislik nasıl bir şeymiş, birçok insan biraz olsun farketti.
Zengin fakir ayrımı olmaksızın, dünyada birçok insan; kendi hapishanesine, gönüllü gönülsüz girmek zorunda kaldı.
Kemalist Laikçi savcı, hâkimler ve 28 Şubat Post Modern Darbecilerin, FETÖcü hâkimlerin hışmına uğrayarak; yıllardır suçsuz yere hapis yatanlardan bazılarıyla mektuplaşmalarım devam etmekte. Bu mektuplardan birisini, mart ayı içerisinde aldım. Bazı satırlarını, sizlerle paylaşmak istedim, buyurun:
“… …. Ne olur, yazdıklarım nedeniyle hüzünlenmeyin. Niyetim sizi kırmak, ya da üzmek değil! Dışardaki çarkın nasıl döndüğüne buradan âşina olamayınca insan, acının içinden sesleniyor. Çarkın nasıl döndüğünü sezenlerin kelâmını kabullenmek, zor geliyor! Acı veriyor. En çok da suskunluk ideolojisi ve yalnızlık acı veriyor. Fırlatılmış hissiyatı acı veriyor. Körler tarafından kuşatılmış olmak acı veriyor. Unutulmuşluk hissiyatının yaşatılması ve yükünü taşımak, zor geliyor! Sahicilerini tenzih ederek söylemek isterim, sahte kardeşlik türkülerini dahi duymaya hasret kulaklar kaldı bize.
Bir 28 Şubat daha geçti. Gazetelerde (ulaşabildiklerim) yalakalık şaklabanlık dışında, yaranmak dışında bir şeye şahitlik edemedik ne yazık ki? Bizim iktidarımızda, kudretli 28 Şubat generalleri aldıkları müebbet hapis cezalarıyla, evlerinde, kapılarındaki korumalarla, hem dostlarıyla yeni hesapların ardına düşmüşken; biz içerde 28 Şubat’ın nasıl da sona erdiğini, hikâyelerini -gazellerini- dinliyoruz. Açılan sergiler – sanat etkinliklerini seyrediyoruz; zafer tadındaki gösterimlere şahitlik ediyoruz.
Bazen diyorum ki, hani şu Alman Filozofu Niçe vardı ya ‘Tanrı öldü’ diyen… Acaba Müslümanların da Tanrı’sı öldü mü? Adaleti olmayan, Hakkaniyeti olmayan, Merhameti olmayan bir Tanrı’ya inanmak, böyle bir tanrı tasavvurundan rahatsız olmamak; ancak, ölmüş olmakla açıklanabilir. Artık kimin öldüğüne, el birliği ile karar vermek lâzım. Dedim ya Abi acının içinden konuşunca insan, dilin kemiği olmuyor. Bağışlansın varsa incitici kelâmım. İsrailoğulları gibi seçkinci -milliyetçi- ırkçı bir Tanrı mı var; damarlarımızda gezen, şah damarımıza nüfuz eden?
Neyse, bu bahiste acıların söylettiklerini, ya da düşündüklerimi ayrıca kaleme alacağım. Gündemime dönecek olursam, Kitap konusunda sana yük olduğumu düşünerek birkaç kelam eylemiştim. Evi arayıp durumu anlatmışsın. Rahatlatıcı beyanın üzerine cesaret bulup, sana kitap siparişi vermek istiyorum. Öncelikle bilmen, kamuoyununun bilmesi gerekenler var. Cezaevlerine kitap alınmıyor! Ancak istisnaları var. Anayasa Mahkemesi’nin aklı evvel hâkimleri söylendiğine göre, bir karar vermişler. (Metne ulaşabilmiş değilim).
Bu karara göre ücreti mahkûmun hesabından ödenmeyen hiç bir kitap ya da dergi mahkûma verilmeyecek! Sadece ödemeli koliler kabul edilecek. Bunun dışında dini bayramlar – resmi bayramlar, evlilik yıldönümü gibi özel günlerde, aileler hediye bağlamında, kitap getirebilecekler. Bunların dışında kitaba ulaşmak, sakıncalı -tehlikeli- suç.
Dünya dönüyor, demek de suçtu. Senin anlayacağın evimdeki, arkadaşımdaki, kütüphanemdeki bir kitabı okuyabilmek için o özel günleri beklemem gerek, ya da – ya da sı yok! Bakanlık İl Halk Kütüphaneleriyle protokol imzalamış – mahkûmlar kitaplardan faydalansın deyu! İnsanın hafsalası almıyor, şaka gibi. Bir taraftan yasak, bir taraftan CNC tezgâhı. Hayırlı olsun vatana, millete. Bu kadar kin ve nefret biriktirmek, muasır dönemin gereği olsa gerek.
… ….
Tekrar Allah’a emanet olasınız.
Hayy olan Allah’a Hamd olsun.”