Superman ve Batman’dan Tolstoy ve Dostoyevski’ye

Superman ve Batman filminin fragmanını izleyince çocukluğum bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Çocukken, en çok, büyük güçlerin kapışması halinde hangisinin kazanacağını merak ederdim. Büyük güçler dediysem, öyle, Amerika ve Rusya, İngiltere ve Almanya filan değil… Aslan mı kaplan mı; goril mi ayı mı; timsah mı köpekbalığı mı filan…

Büyük ansiklopediler, rekorlar kitabı, hayat tarih mecmuaları gibi ilginç bilgilerin yer aldığı çeşitli eserleri karıştırırdım.

Süper kahramanlar geçidi olan çizgi romanlara da bu gözle bakardım. Edebiyata “büyü ve kılıç” türü olarak geçen Barbar Conan’ın maceralarından birinde, bir büyücünün, Conan’ı 21’inci yüzyıla göndermesini ve ilkel çağların kahramanı ile modern zamanların süper kahramanı Kaptan Amerika ile mücadelesini aynı heyecan içinde okuduğumu hatırlarım. Yirminci yüzyılın ilk gerçek süper kahramanı Muhammed Ali ile Superman’in ringde kapıştıkları bir macerasını da yine aynı iştiyakla okumuştum. Kocaman adam oldum, hala çizgi romanlar almaya devam ederim. Süperman ile Örümcek Adam’ın çarpıştığı seri mesela, çizgi roman koleksiyonum içinde değerli bir yer tutar.

Son zamanlarda, çizgi roman kahramanlarını karşılaştırıyor, hangisinin kazanıp kazanamayacağını tartışıyoruz. İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de o oluyor. Ancak yaş ilerledikçe kurşun askerlerin yerini futbol takımları, sporcular, yazarlar, şairler, filozoflar alıyor…

Olgunlaşınca edebiyat ve felsefe sahasına girdim. Bu kez “çarpıştırma” değil, “karşılaştırma”ya dönüştü oyunum. İki önemli çağdaş şairin, yazarın, düşünürün tanışıp tanışmadıklarını, birbirleri hakkında dostluk mu düşmanlık mı beslediğini, hangisinin daha iyi, daha üstün olduğu soruları kafamda dolanmaya başladı.

İki Avrupalı düşünür; biri Fransız biri Alman; Sartre ve Heidegger’in yaklaşımları arasında nasıl bir fark vardı? Heidegger, kendi felsefesinin Sartre tarafından yanlış anlaşıldığını ve varoluşçuluğun kendi düşüncesini açıklamak için doğru bir terim olmadığını belirtiyordu mesela. Hem ayrıca, birbirleriyle tanışmışlar mıydı? İki yıl kadar önce, bir kitabevinde rastladığım dergilerden birinde Heidegger’in Sartre’a yazdığı mektubu gördüm. Ayaküstü, oracıkta okudum hemen. Heidegger Sartre’ın eserini okumuş ve heyecan içinde tanışmak, konuşmak, tartışmak istiyordu. Sartre’ın bir cevap yazıp yazmadığını bilmiyorum. Buna ilişkin bir metin görürsem kaçırmam doğrusu.

Edebiyat dünyasına gelince… Belki pek çok kişi gibi, merakımı en çok celbeden ikililerden biri Tolstoy ile Dostoyevski’ydi.

Tolstoy ve Dostoyevski, klasik Rus edebiyatının ve dünya edebiyatının iki büyük yazarı. Dostoyevski psikolojik romancılığın başlangıcı, Tolstoy efsanenin, yani Homeros tarzının devamı sayılıyor. Aynı dönemlerde yaşamışlar. Aynı sosyal çevreyi paylaşmışlar. Ve fakat gariptir, hiç tanışmamışlar.

Vladimir Nolletov, “Dostoyevski ve Tolstoy. Gerçekleştirilmemiş Görüşme” makalesinde bu durumu şöyle özetliyor: “1855 yılında genç yazar Tolstoy, Dostoyevski’nin yaşadığı Saint-Petersburg şehrine gelip Turgenyev ve Nekrasov ile tanıştı; ama Dostoyevski o zaman sürgüne gönderilmişti. Dostoyevski Saint-Petersburg’a dönünce ise Tolstoy sürekli ya Yasnaya Polyana’da ya da Moskova’daydı.”

Aslında bir kez tanışma fırsatları olmuş… 1878 yılında felsefeci Solovyov’un bir konferansında aynı salonda bulunmuşlar… Tolstoy Dostoyevski ile ortak dostları olan Rus düşünür ve edebiyat eleştirmeni Nikolay Strahov ile birlikte gelmiş konferansa, ama ortak dostları olan Strahov onları tanıştırmamış…

Dostoyevski “Bir Yazarın Günlüğü” kitabında Tolstoy’un “deha” olduğunu ve “olağanüstü yüksek sanat” yaptığını vurgulayarak şöyle söylüyor: “Anna Karenina’nın yazarı gibi insanlar, toplumun öğretmenleridir, biz ise sadece onların öğrencileriyiz.”

Tolstoy ise Dostoyevski’ye ilişkin kimi zaman öven, kimi zaman yeren, kimi zaman ikisini bir arada yapan notlar kaydetmiş.

Tolstoy, 1883 yılında, Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” romanı hakkında “Sonuna kadar okuyamadım” demiş ve Dostoyevski’nin yazma tarzını eleştirmiş: “Kahramanlar, yazar gibi konuşuyorlar. Dilleri de doğal değil, yapay…”

1892 yılında “Karamazov Kardeşler”i tekrar okuduktan sonra ise Sofya Andreyevna’ya yolladığı mektupta “Karamazovlar’ı sesli okuyoruz ve çok hoşuma gidiyor” diye yazmış. Tolstoy, en yakın arkadaşı Vladimir Chertkov’a yazdığı bir mektupta da “Dostoyevski büyük bir yazar. Daha doğrusu büyük bir yazar değil de kalbi büyüktür. Derin. Ona her zaman saygı duyardım” demiş.

Tolstoy, yine “Ölüler Evinden Anılar” kitabını okuduktan sonra Dostoyevski’yi Puşkin’den bile üstün tutarak, modern Rus edebiyatında Puşkin’in eserleri dahil böylesine iyi bir kitap okumadığını söylemiş…
Tolstoy, 1880’de Strahov’a, “Dün bütün gün ‘Ölü Ev’i okumanın tadını çıkarıyordum. Büyük bir zevk aldım. Dostoyevski ile görüşürseniz onu sevdiğimi söyleyin” diye yazmış. Strahov o mektubu Dostoyevski’ye gösterince Dostoyevski çok sevinmiş ve Strahov’dan mektubu kendisine hatıra olarak vermesini rica etmiş.

Tolstoy, Dostoyevski’nin ölüm haberini aldıktan sonra ise, Strahov’a yolladığı mektupta da şöyle yazmış: Dostoyevski öldükten sonra Tolstoy Strahov’a “Dostoyevski’ye dair hissettiklerimin hepsini açıklayabilmek çok isterdim. Onu hiçbir zaman görmedim, onunla tanışmadım; ama o ölünce birdenbire onun benim için en yakın, en değerli insan olduğunu anladım. Ben yazarım. Yazarların hepsi şöhret düşkünü ve kıskanç olur. En azından ben öyleyim. Onunla kendimi mukayese etmeyi hiçbir zaman aklımdan geçirmedim. Hiçbir zaman. Bilmiyorum niye, onu hep kendime yakın dost olarak görmüşümdür, onunla er geç tanışacağımızı sandım; ama olmadı. Bu sabah onun öldüğünü öğrendim. Geciktim… Sanki büyük bir manevi dostu yitirmişim gibi… Onun benim için ne kadar değerli olduğunu şimdi anlıyorum.”

Dostoyevski’nin karısı Anna Grigoryevna ise, “Hatıralar” eserinde Tolstoy ile konuşmasını şöyle anlatmış:

– Kocanızla hiç görüşmediğim için pişmanım.
– Kendisi de ne kadar pişman oldu! Oysa bir fırsat vardı, Vladimir Solovyov’un konferansında bulunduğunuzda. Fyodor Mihayloviç, Strahov’a sizin de orada bulunduğunuzu haber vermediği için sitem etmişti. Kocam: “Onunla konuşmasak da en azından onu görürdüm” demişti.
– Öyle mi? Kocanız da orada mıydı? Nikolay Nikolayeviç niçin bana haber vermemişti? Çok üzgünüm. Dostoyevski benim için değerli bir insandı. Belki de çok şey sorabileceğim ve bana çok şey açıklayabilecek tek kişiydi.

Tolstoy, ölümünden kısa bir süre önce evini terk ettiğinde masasının üstünde Karamazov Kardeşler’in birinci cildi duruyormuş, 389’uncu sayfa açıkmış…