Sultanbeyli’nin geniş yüreği

Bu semte her gidişimde, bir semt olmak için aştığı uzun ve zorlu yol üzerine yeni baştan düşünüyorum. Otoyola kapalı bir otuz sene içinde varlık mücadelesi verdi, merkezin kendisini tanımamasına karşılık. Ali Nabi Koçak Bey’in belediye başkanlığı döneminde ilk kez karşılaşmıştım Sultanbeyli gerçeğiyle. 1990’larda çeşitli etkinliklere katılmak için gittim. Cephelerinden, kirişlerinden inşaat demiri taşan doğaçlama inşa edilmiş sıvasız binalardan birinin zemin katındaki konferans salonunda kadınlarla sohbetler gerçekleştirirdik. On ayet öğrendiysen anlatman gerekirdi, yeni öğrenmeleri hak edebilmek için. Şehrin göçmenlere sunamadığı muaşeret üzerine, kadim şehirlilerin cimriliği üzerine zihnime üşüşen sorularla üzgün ayrılırdım salondan. Şehrin göç alırken kazandığı yeni kişiliğe en küçük bir katkı sunmadan, böylelikle oluşan problemleri göçmenlere yüklemek ne büyük bir konfor, daha doğrusu ziyan. Ne siyasetçiler zamanında eğildi Sultanbeyli gerçeklerine ne akademisyenler. Gerçeği arayan sinemacılar için dahi bir plato olamadı. Belediyeler, mimarlar da düşünmedi. Gerçekleşen bu özel şehirleşme örneğinin tecrübeleri üzerine ne kadar konuşulsa, yazılsa az. İnsanlar büyük yoksunluklarla yerleşmeyi sürdürme direncini mahalli dayanışmalara borçluydu büyük ölçüde.

Yine Sultanbeyli’deyim, Turgut Reis İlkokulu’nun “Fotoğrafta Ayrı Duran” üzerine hazırladığı program için. Yazar ve başarılı bir editör olarak tanıdığım Mustafa Zahid Ergün, okulun öğretmenlerinden. Programın ismi, Ali Ural’ın “Halep Oradaysa” şiirine atfen oluşturulmuş: “Halep Oradaysa Halepli Burada” Okulun öğrencilerinden olan Halepli iki kardeşin, Eymen ve Muhanned Zeydan’ın okuduğu şiirin son mısraları şöyle:

Halep oradaysa yaşıyor olsaydın
Halep oradaysa yaşıyor…”

Turgut Reis İlkokulu’nun güler yüzlü müdürü Ahmet Yılmaz, yaptığı konuşmada okullarındaki Suriyeli öğrencilere ilişkin yaklaşımını, “Biz okulumuzdaki öğrencileri mülteci olarak görmüyoruz” diye izah etti. Okulun 2200 mevcudu içinde Suriyeli öğrenci sayısı 106. Bu öğrencilerden sohbet ettiklerim oldu, Türkçeyi çok güzel konuşuyorlar. Mahalle muhtarı Hüseyin Çetin, “Halepli bize emanet, burada komşuluk sıkıntısı yok” diye konuştu. Ben de mültecilik ve muhacirlik üzerine bir konuşma yaptım ve öğrencilerden gelen soruları cevaplandırdım. Daha sonra iki öğrenciyle birlikte kitaplarımızı imzaladık. Hayal gücü, okuma sevgisi, hayatın sesleri, mazlumlara yönelik sorumluluk hissi… Alperen Boyacı’nın masal havasında yazdığı üç Suriyeli çocuk muhacirin Türkiye’ye yolculuğunu konu alan kitabı “Kaçış”, Fatih Buğra Oyan’ın ırkçılık eleştirisini temel alan ve diyalogların ağırlık kazandığı kitabı ise “Bahtsızlar”. İlk kez bir ilkokulda, ilkokullu yazarlarla kitap imzaladığım için heyecanlandım doğrusu. Program bir hayli özenilerek hazırlanmıştı.

Sultanbeyli’nin kültürel faaliyetlerle kendi kendini var ettiğini düşünürüm eskiden beri. Geçen yıllar içinde bu kültürel çabanın ilkokullarda kazandığı derinlik, olumsuz sahnelerin huzursuzluğu karşısında umut duyuruyor. Programda emeği geçen okul görevlileri arasında yıllardır görmediğim akrabam Gülhan Aktaş da vardı. Programın sonunda Eymen ve Muhanned’in anneleri Safiye Hanım’la, kardeşleri Hamza’yla tanıştık. Safiye Hanım’ın soyadının Abdulal olduğunu öğrendim. Suriye’de evli kadınlar kızlık soyadlarını kullanıyormuş.

Aynı mahallede belediye tarafından kurulan Mülteciler ve Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni ziyaret ettik daha sonra. Sultanbeyli Belediyesi, göçmenler ve mülteciler konusunda kanuni açıdan yetkili olmadığı için sivil toplum üzerinden yürütülüyor faaliyetler. Gönüllüler, kamu kurumları, STK’lar ve üniversiteler; herkes bir işin ucundan tutuyor, birlikte yoku var ediyorlar. Kurumun müdürü Halil İbrahim Akıncı’yı dinlerken, bu binada verilen bütün hizmetlerin sanki mülteciyi muhacir olarak yeniden tarif etmeye yönelik olduğunu düşündüm. Sağlık, hukuk, eğitim hizmet ve danışmanlıklarıyla yükseliyor katlar bir “kapalıçarşı”nın üzerinde. Belediyenin Strateji Geliştirme Müdürlüğü AB ve Dış İlişkiler Bölümü Şefi Mehmet Aktaş’ın verdiği bilgilere göre, sekiz katlı bina Danışmanlık ve Yönlendirme, Sağlık Merkezi, Rehabilitasyon ve Ruh Sağlığı Destek Merkezi, Türkçe Eğitim, Mesleki Eğitim, Hobi Kursları, Hassas Gruplara Yönelik Koruma Desteği, Sosyal Hizmet Birimi, Hukuki ve Yasal Destek Merkezi, İstihdam, Çalışma İzni ve Ruhsatlandırma Destek Merkezi gibi birimler içeriyor.

Tıp hizmeti verilen kata çıkmak için asansör beklerken bir mağazanın vitrinini inceleyen genç kıza ilişti gözüm. Tasasız bir gülüşe ne zaman kavuşacak kim bilir… Çadırkentlerde dinlediğim kaçış hikâyelerinin yorgunluğu kaç yılda atılır, hatta acaba hiç kurtulur mu insan o yorgunluktan?

Mülteciler bir genelleme içinde konuşulduğunda, herkes sorumluluğu bir başkasından bekler hale geliyor. Mülteciyi özel kılan komşunun, öğretmenin, doktorun, kardeşin bakışı… Bu bakışı oluşturan ise öğrenmenin minneti.

Unutmaya meyilli bilincimiz açısından ne büyük ders mülteci hayatları… Mülteciyi ağırlamanın kıymetini biliyor Sultanbeyli insanı. Issızlık içinde kendi kendini var etmenin, şehri yakalayan zaafların müsebbibi olarak gösterilmenin tecrübesiyle yaklaşıyor evsize barksıza.

Gayretli ve birikimli bir müdür, kitap okumayı sevdiren öğretmenler, birlikte öğrenmenin neşesi… Ayrı duranı fark etmek bizim bakışımızın eseri. Karşı eve yerleşen mülteci, garanti edilmiş sükûnet diye bir şey olmadığını öğretiyor. Komşuluğunu kazanırken hatırlatıyor açlığı yokluğu, insan olma mücadelesinin konfor içinde gün geçirirken unutulmuş safhalarını, korunaklı mekânlarda sürdürülen şahane hayatların hiçbir garantisi olmadığını… İnsan insanla kaybeder ama insanla da kazanır, masumiyetini korumayı önemli buluyorsa.