Sultan II. Abdülhamid’e gönderilen gizli mektuplar

Sultan II. Abdülhamid devrinin muhalif aydınları, gerek yaptıkları toplantılarla gerekse yazdıkları yazı veya çıkardıkları gazetelerle padişahın politikalarını amansızca eleştiriyorlardı. Hatta bu eleştiriler zaman zaman hakarete kadar varıyor, ağızdan çıkanı kulak duymuyordu. Lakin Sultan’ın iktidarına karşı böylesi sert ve kamuya açık bir şekilde muhalefette bulunan bazı isimlerin Sultan II. Abdülhamid’e gizli mektuplar göndererek çok basit isteklerde bulunması hayret verici bir durumdu. Bu isimlerden birkaç tane örnek verelim:

Namık Kemal

Sultan II. Abdülhamid’e muhalif olan Namık Kemal’in, oğlu Ali Ekrem’in Padişah tarafından Mâbeyn-i Hümayûn kâtipliğine tayin edilmesiyle gönderdiği teşekkür telgrafı şöyle:

“Oğlum Ekrem hakkında şerefsudur eden inayet-i seniye-i veliyyünimet aile-i kemteranem hakkında meşhud ayni iftihar olan hezar emsali gibi mukabelesi şükran olmağla arzı mahmedetten başka söyleyecek bir şey olmadığının arzına ictisar olunur.”

Ebüzziya Tevfik

Söylediği ve yazdıklarıyla daha çok siyasi kimliği ön plana çıkmış olan Ebüzziya Tevfik, Sultan Abdülhamid’e muhalif bir münevverdi. Onun Sultan’a gönderdiği iki mektuptan ilkinde evinin yanında bulunan gayrimüslim bir şahsa ait arsanın devlet hazinesi tarafından alınmasını istediği, ikinci mektubundan ise Bakırköy’de yaptırdığı köşkün camlarına yapıştıracağı kâğıtların parasını bizzat Sultan’dan talep ettiği anlaşılmakta.

“Velinimetlim. Çakerhanelerinin ittisalindeki arsanın âhara satılmaması için lûtf-i hümayunlarına mağruren vermiş olduğum on gün mühlet bugün tekmil olmuştur. Merhameten mezkûr arsanın Hazine-i Hassa-i Şahaneleri marifetiyle mübayaasını ferman buyurmalarını istirham ederim…”

İkinci mektubu;

“Cam kâğıtlarının esmanı için komisyoncu çakerlerini tazyik etmekte olmasından fart-ı hicab ile arzı hale cesaret eylerim ferman. Abd-ı sadıkları Ebüzziya Tevfik…”

Abdullah Cevdet

Sultan II. Abdülhamid’e karşı muhalif tavrı nedeniyle Fransa’ya kaçan ve burada yazılar yayımlayan Abdullah Cevdet, saraya arz ettiği mektupta kendisine verilmesi için bir nişan talep etmekte.

“El-nimetü li-ilah velinimet-i bi imtinan eb-i müşfik Osmaniyan Şehriyar-i kadirdan Efendimiz Hazretlerine olan ububiyet ve sadakat-ı âcizanemin halisiyet ve vicdaniyeti vasıl-ı mertebe-i sübut olmuştur itikadındayım. Banaberin bu vadi-i beyan ve hakikatte tatvil-i makali bî lüzum görürüm. Hem itikad-i salif-ül arz-ı bendegânemin isabetine burhan ve nişane-i zerrin olmak hem de bendeniz gibi esdikay-i bendegân hilâfetpenâhi idadına dâhil bulunmakla müftehir olanlara bir nümune-i teşvik gösterilmek üzere mertebe-i bülend-i sıdk ve ubudiyet-i halisimla mütenasib bir rütbede nişan-ı zîşeref ve şânın inha ve tevcihi eltaf-ı esdikanüvaz-ı devletlerinden istid’a eyliyorum. Olbabda re’y ve ferman hazreti men leh-ül-emrindir…”

Jurnallerin akıbeti

Sultan II. Abdülhamit devri ile ilgili en çok konuşulan konulardan biri hiç şüphesiz kendisine verilen sayısız jurnallerdi. Sultanın ihbar yerine yabancı bir kelime olan jurnali tercih etmesi; belki kelimenin vicdanlarda açacağı yaraları en aza indirgemek belki de haberleri saraya ulaştırmada yaşanacak tereddütleri engellemek olabilir.  Lakin kısa sürede herkesin bu tabiri içselleştirdiği, kullanırken kimsenin yabancılık çekmediği görülmüş, bu iş devlet içerisinde adeta bir memuriyete dönüşmüştü.

31 Mart hadisesi sırasında yağmalanan eşyalarla birlikte bu meşhur jurnaller de bulunmaktaydı. Hatta Hüseyin Cahit Yalçın, kargaşadan faydalanıp bazı jurnalleri saraydan alarak cüzdanına koyduğunu anılarında anlatmıştı. 1879 yılından 1908 yılına kadar saraya yağmur gibi yağan jurnaller arasında evladını ihbar eden babalar, kocasını şikâyet eden kadınlar, aynı sülaleden olup birbirini jurnalleyen aile fertleri dahi bulunmaktaydı. Ayrıca bu süre içerisinde 756 kişiye hafiye tahsisatı olarak aylık bağlandığını Maliye Nazırı Cavit Bey’in meclis konuşmasından öğreniyoruz.

İttihatçılar mı yaktı?

Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra jurnalleri verenlerin kimler oldukları konusunda mecliste uzun tartışmalar yaşanmış, fakat bu mevzu dedikodudan öteye gitmemişti. Sonunda meclis kararı ile Tetkik-i Evrak Komisyonu kurulmuş, jurnaller incelenmeye başlanmıştı. Lakin İttihatçılar bir süre sonra ne hikmetse bu jurnallerin Harbiye Nezaretine gönderilmesine karar verdi. Komisyon üyeleri çaresiz, jurnalleri kimlerin verdiğini defterlere kaydederek Harbiye Nezaretine gönderdi. Evrakın tasnif süreci artık burada devam edecekti. Fakat yukarıdan gelen bir emir tüm jurnallerin acilen yakılmasını istiyordu. Bir gece vakti, Sultan Abdülhamit devrine ışık tutacak jurnal arşivi imha edildi (Jurnal verenlerin listesinde bazı ittihatçıların da olması imha sürecini hızlandırmıştır). Jurnallerin çok az bir kısmı diğer resmi ve özel evrakla birlikte Hazine-i Evrak’a gönderildi. Bu arada resmi anlamda hafiyelik kadrosu yoksa da devletten bunun için maaş alan bir güruh olduğu için bu konu da hükümetçe görüşülmüş ve hafiyelik ilga edilmişti.

Siyaset, güçlü bir şekilde ayakta kalabilme meselesidir. Bu yüzden siyasi iktidarlar, yetki verdikleri herkese ve her kuruma tam manasıyla hâkim olmak ister. Sultan II. Abdülhamit’in kurduğu yarı sistematik haber alma teşkilatı da bu amaca yönelik bir girişim.  Burada ilginç olan durum; saraya ulaştırılan jurnallerin devletin bürokratik kadroları arasında adeta bir turnusol kâğıdı işlevi görmesi ve kimin ne olduğunu açık seçik ortaya koymasıydı.