Su medeniyeti kurabilmek

“Göklerle yer birdi, Allah onları ayırdı ve canlı olan her şeyi sudan yarattı.”

(21 Enbiya 30)

İnsan dünyaya benzemektedir, sudan yaratılmıştır; vücudumuzun yüzde 70’i sudur. Yeryüzünün de sadece yüzde 30’u karadır, diğer kısmı sudur.
Dünyadaki suyun yüzde 97,5’i denizler ve okyanuslardır, geriye yüzde 2,5 kalır. Bunun yüzde 70’i buzuldur, kutuplardadır. Anlaşılan o ki, tatlı su kıttır.
Yedi buçuk milyar insan ve milyarlarca hayvan/bitki arzdaki içilebilecek suyun yüzde 1’ine erişmek için gayrettedir.
Yağmura “rahmet” denmiştir. Rahmet (yağmur) rahim kelimesiyle de akrabadır. Cenin rahimdeki hayatını amniyon sıvısında (bebek suyunda) sürdürür. İnsan “sudan çıkan” varlıktır.
Su yoksa hayat idame ettirilemez, uygarlıklar tesis edilemez. Bazı uygarlıkların yıkılması da su sebeplidir. İşte biz, Tufan sonrası kavimleriyiz.
Suyun önemi varlığın sudan yaratıldığını ve onun rahmet olduğunu bilen toplumlarda anlaşılmıştır. “Dere kenarında da olsan suyu israf etme” beyanı, rahmeti müjdeleyen bir elçinin ikazıdır.
Empedokles’e göre kainatın özünü oluşturan dört öğe (arkhe, element) vardır (su, toprak, hava, ateş). Su, anasır-ı erbaa (dört unsur, dört arkhe) içinde en başta gelir.
Su, Allah’ın huzuruna durup yükselişte (yani bir miraç olarak namazda) ab-dest (el suyu) olarak arıtıcıdır.
Ivan Illich’e göre suyun ikili tabiatı vardır: Arıtan ve temizleyen…
Arınma isteği, varlığın bir niteliğidir. Gusül, bir arınma fiilidir. İslâm fıkhı inananların ölülerine dahi gusül aldırarak arınma duygusunu toprağa dönüş zamanına değin korur. Arınma, suyun katıksız arılığıyla fiziksel bir temastır.
Çamur, pislik, dışkı, salya, kötü kokular ise suyun temizleyici vasfıyla sökülüp atılır. Necasetten temizlenmek “taharet” kavramıyla ilişkilidir. Bu anlamda temizlenme, “Ve siyâbeke fe tahhir/ Elbiseni temizle” (74 Müddesir 4) ayetinde beyan edilir.
Illich, hijyen olarak sudan da bahseder. On sekizinci yüzyılda Avrupalı soylu için temizlik, suyu çağrıştırmaz. 1830’da temizlik, suyla temas etmeden iç çamaşırı değiştirmek, pudralanmak, parfüm kullanmak, boyanmak demektir. Batılı insan vücudunun habis kokusunu parfümle bastırmaktadır.
Suyla temas ederek temizlenmek 1880’lerde banyo küvetine girmek ve “yıkanılmış suyla yıkanmak” anlamına gelir. Bundan böyle tuvalet de evin içine alınır ve banyo suyu ile dışkılı suyu boşaltmak için atık su sistemi gerekir. 1920’lerde su, çamaşıra, temizliğe, ayakyoluna kullanılır ve lağım sistemiyle özel foseptiklere dökülür. Zamanla fosseptiklerin etrafında bataklıklar meydana gelir. Yağan yağmurların lağım bataklıklarının kirini yerleşim bölgelerine, su dolaşım ağlarına taşıdığı görülür. Musluktan akan su hiç güvenli değildir.
Modern insan “su güvenliği” korkusuyla klorlu suda yıkanmaya sevk edilir; kapitalist işletmelerin “içilebilir” diye garantilediği suyu içmeye alıştırılır. Illich’e göre bu su artık “metalaştırılmış su” H2O’dur.
H2O, çağdaş dönemin teknik işlem gerektiren, teknolojik müdahaleden geçirilen, “arıtan özelliğinden arıtılmış” meta-sudur. Kentliler artık rahmet olarak indirilmiş suyla temas edemez, onu bir kaynaktan çıkarken veya derede akarken seyredemez.
Yirminci yüzyılın imgesinde su, içinde barındırdığı o yüce arılığı, manevi kirden temizleyen mistik gücünü yitirir.
Bizim kültürümüzde su, şifa ve içecek (Hz. Eyüp) yahut rızıktır (Hz. Hacer, Hz. Ebuzer).
İslam şehirler üç yapının etrafında kurulur: Ulu Cami, Bedesten, Hamam. Sembolik anlamda pazara da ibadethaneye de girmek ancak temizlerin, arınanların hakkıdır.
Susuz köpek için kuyuya inerek ayakkabısından su çıkarıp içiren kadına “cennetlik amel” müjdesi verilmiştir. Su ikram edene “su gibi aziz ol” denir. Bunca kalabalığı, beton çöllerini bağrında taşıyan İstanbul’u “aziz” kılan biraz da “su üstünde şehir” vasfıdır.
Türk yerleşme düzeninde şehirler suya yakın kurulur. Ne yazık ki Ankara’nın dere ve çayları yerin altındaki kanallara alınmış, lağımlaşmıştır. Ankara’da nice dere yeraltında ve kirli akmaktadır. Oysa suya “ab-ı hayat” denir ve yüz sürülür. Su için sebil denir, hayrat yapılır. Yolculuğa çıkanın ardından yere su dökülür.
İmam Ebu Yusuf’un verdiği bir rivayette insanlık üç şeyde ortaktır: Su, ot (mera), ateş.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 28 Temmuz 2010 tarihinde yapılan oylamayla temiz içme suyunun temel insan hakkı olduğunu kabul etmiştir. Suya erişme hakkı toprağın, bitkilerin ve hayvanların da hakkıdır. Tabiata, canlılara ve toprağa keyfimize göre davranmak emaneti kaybetmek demektir. İşte Konya Ovası, yağmurunu giderek yitirmekte, toprağı tuzlanmaktadır. HES’ler akan suya beşerî bir müdahale, fıtrata (mahremiye) el koyma hissi vermektedir.
Yanlış su kullanımı gıda güvenliğini etkilemektedir. 1 litre “Amerikan cola” üretimi için 9 litre su sarf edilmektedir. Modernite suyu gerçek gıda üretimi için kullanmak yerine israf/haz/eğlence/tüketim toplumu kültürü için araçlaştırmaktan çekinmemektedir.
Yanlış kalkınma hedefleri ülkelerin su kaynaklarını yitirmesiyle sonuçlanmaktadır. Ucuz blucin üretmek için Aral Gölü’nü besleyen Amuderya ve Sirderya’nın pamuk tarlalarına akıtılması bu gölün kurumasına neden olmuştur. Türkiye’de de bazı ovaları yanlış sulama ve yanlış ziraat metotları nedeniyle kaybetmek üzereyiz.
Gelecek kırk yıl içinde yaşadığımız coğrafyanın “sudan sebeplerle” savaş tehdidi altında kalma riski bulunmaktadır. Su, en başta ifade ettiğimiz üzere değerli madenler kadar kıt bir varlıktır. Suyun israf edilmesi hem ekolojik hem uluslararası ilişkiler bakımından kriz oluşturmaktadır. Yağış azalmakta, su küresel ısınmayla buharlaşmakta, su krizi yaklaşmaktadır.
Türkiye büyük nehirlere, deniz ve göllere yakın bir havzadadır. Geleceğin en stratejik maddesi petrol değil sudur. Türkiye’nin su ve nüfus potansiyeli onu bölgede söz sahibi kılacaktır. Dicle-Fırat ile Basra körfezine, Kura ile Hazar Denizi’ne bağlanan Türkiye, suyu aziz bilirse büyük bir kültür hamlesi, “su medeniyeti” kurabilecektir.