2017 yılının Mart ayında Katolik âleminin ruhani lideri Papa François, AB’nin temeli olarak kabul edilen Roma Anlaşması’nın 60. yıl dönümü törenleri dolayısıyla AB liderlerini Vatikan’daki Apostolik Saray’da kabul etmişti. Toplantıya bir yıl önce referandumla AB’den ayrılma kararı alan İngiltere dışındaki 27 AB ülkesinin liderleri ve AB kurumlarının temsilcileri katılmıştı.
Papa, kabulde yaptığı konuşmada, Avrupa’da yükselen popülizme dikkati çekerek, popülizmin bencillikten kaynakladığını ifade etmiş ve “Avrupa, umudu modern popülizmin de en etkili panzehri olan dayanışmanın içinde bulacaktır” demiş ve Brexit ile paniğe kapılan kuzularını toplamaya çalışan bir çoban görüntüsü vermişti.
Konuşmasında AB’nin geleceği ile ilgili endişelerini paylaşırken, “Beden yön duygusunu kaybettiği zaman, artık geleceğe bakamaz, geriye çekilmeye başlar ve uzun vadede ölme riskiyle karşı karşıya kalır. Avrupa’nın da yeni vizyona, umuda ihtiyacı var” demişti.
O günden beri Katolik kilisesinde işler gittikçe zıvanadan çıkmış bir görüntü vermektedir. Taciz, tecavüz, sübyancılık vb. türlü sapıklık skandallarının ardı arkası kesilmemekte, Wikileaks ya da Panama belgeleri gibi her gün yeni skandallar ortaya çıkartılmaktadır.
Amerika Boston’da bir gazete tarafından ortaya çıkartılmış bir olaydan hareketle 2015 yılında filme çekilen “Spotlight” (spot ışıkları) filmi ile Hollywood önemli bir işaret fişeğini ateşlemişti.
Filmin konusu “Boston Globe” gazetesinin, araştırmacı gazetecilerinin bir yıllık çalışma neticesinde Katolik Kilisesi’nde on yıllardır sistematik olarak süren ama üzeri her daim örtülen sübyancılık ve tecavüz hadiselerini ortaya çıkararak haber yapmalarıdır.
Film aralarında 2 Oscar ödülünün de bulunduğu tam 123 ödül alır, 141 ödüle de aday gösterilir. Film dünyanın gündemine girer ve Katolik rahiplerin sapıklıkları tüm dünya insanının hafızalarında yerini alır.
Başka mecralarda yazdığımız eski yazılarımızda dünya da kurulmak istenen sistemden dinlerin çıkarılmak istendiğini defalarca vurgulamıştık. Dünyada paylaşım savaşının hızla devam ettiği günümüzde Avrupa, Katolik eksenli bir politika izleyerek bu paylaşım savaşında yerini almak istediği için hedeftir. Dolayısıyla Katolik kilisesinin en yumuşak karnı olan sübyancılık ve sapıklıklardan karnına yumruk yemesi oldukça normal bir durumdur.
Tüm dinleri
hedef alıyorlar
Avrupa’nın birleşmiş bir askerî ve ekonomik güç olarak karşısına çıkmasını istemeyen Amerika ile dinleri ortadan kaldırmak isteyen “felsefe” sahibi küreselci şeytanların bu konuda menfaatleri uyuşmaktadır. Yani kendi aralarında savaş halinde olan Küreselcilerle Amerikan sağının bu konuda birlikte olmamaları için bir sebep bulunmamaktadır.
Burada bir yanlış anlamaya mahal vermemek için tekrar edelim.
Vatikan’ın emriyle (bizim inancımıza göre) tahrif edilmiş bir kitap üzerinden ve insan tabiatına aykırı kurallarla sınırlandırılmış rahip ve rahibelerin yaptığı sistematik sapıklıkların olmadığını söylemiyoruz. Sadece birilerinin bunları başka ajandalarla gözümüzün içine soktuğunu/sokacağını anlatmaya çalışıyoruz.
Dünyadaki her dine yumuşak karnından saldırılar yapılmaktadır, yapılacaktır ve durum tüm alanlarda artarak devam edecektir.
İslam “barbarlığı” sistematik olarak 2000 yılından beri tüm dünyaya pazarlanmış ve DEAŞ finali ile bu durum taçlandırılmıştır. Müslüman toplumların yumuşak karnı olan yüzlerce yıllık sömürüye olan başkaldırıları Müslümanların diğer inançlara karşı yaptığı bir din savaşıymış gibi dünyaya sunulmuştur.
Peki, düne kadar hepimizin bir nevi sempati ile baktığı Budist rahiplere Arakan katliamları sonrasında hâlâ sempati ile bakanımız var mı? Küreselci şeytanlar bir dinin daha hakkından gelirken Amerika ise bu vesileyle Çin’e güneyinden (komşusu ve müttefiki) güçlü bir hançer sokmuştur.
Yakında Hristiyan devletler eliyle yapılan değil de şahıslar kanalıyla yapılan sağ Hristiyan terör saldırılarını duyacağımızı düşünüyoruz. Bir diğer önemli din olan Hinduizm ile bağlantılı acılar yaşanacağının da sinyalleri artık çok bariz olarak gelmektedir.
Dikkat edilirse şu an dünyanın en önemli kriz noktalarından 2 tanesinden biri olan Kudüs Hristiyanlık, İslam ve Museviliğin kesişme noktası iken, Keşmir ise Hinduizm, Taoizm/Budizm (Çin) ve İslam’ın kesişme noktasıdır.
Şunu anlatmaya çalışıyoruz.
Jeopolitik köşe kapmaca devam ederken dinlere karşı yapılan şeytani bir savaş da sürmektedir. Bundan kastımız büyük devletlerin zaman zaman yaptığı dinleri kendi çıkarlarına kullanma hareketleri değil küresel şeytanların dinleri imha/birbirlerine kırdırtma planıdır.
Dan Brown’un 2017 yılının son aylarında piyasaya çıkan “Başlangıç” romanı ile işaret fişeğini ateşlediği “dinlerin tümden yanlış olduğu” tezini savunan kitapların benzerleri ülkemizde de boy göstermeye başlamıştır.
Bir zamanlar bulundukları geminin kaptan köşkünden bir Amiral gibi medyayı şekillendirenler, şimdilerde Göbeklitepe’ye umudu bağlayıp “tanrıyı gören son insan” çığlıkları atmaktadırlar.
Küresel şeytanlar (haşa) kendi tanrıları olan “yapay zekâyı” şekillendirirken insanın zihninden önce dini sonra da Yaradan’ı silebilmek için tüm dünyada ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Dünya halkları jeopolitik çatışmalar ile meşgulken asıl savaşın insan ruhuna, ahlakı oluşturan dinlere karşı yapıldığını / ruhların çalındığını fark edebilen insanların sayısı maalesef çok sınırlıdır.
Akıllı binada evi olan birisinin şifreleri unuttuğunda kapıda kalması gibi, ruhumuzu kaybetmeden önce dünyayı anlamamız gerekmektedir.