Her komplo bir teori değildir

“Filmlerde gördüğünüz şeylerin hepsi gerçek olacak.”
Bu söz bize ait değil. Küreselcilerin vakti zamanında kendilerine verilen sözlerin tutulduğundan emin olmak için dönemin hükümetine iliştirdikleri bir kişi tarafından söylendi.
Peki yıllardır biz farklı şeyler mi söylüyoruz?
Elimizden geldiğince bu filmleri analiz edip, sizden izinsiz şuuraltınıza yerleştirilen virüsleri deşifre etmeye, bu virüslerin bilinçaltınızdan akıp tüm beyninizi ele geçirmelerine karşı farkındalık uyandırmaya çalışıyoruz.
Yıllar önce bir dostumuzun gönderdiği, defalarca okuyup üzerinde çok düşündüğümüz bir makale vardı.
Kısaca özetleyelim: Bazen fare, tabiatının tersine hareket ederek içinde oluşan ani bir içgüdü ile kediden kaçmamakta hatta avcısının karşısına dikilebilmektedir. Sonuç malumunuz, kedi fareyi mideye indirir ve olayın keyfini çıkarır. Bununla birlikte aslında çok daha büyük bir oyunda piyon olduğunun farkında değildir.
Yaradılışının tersine hareket eden farenin, kedi ile tehlikeli oyununun ana kurgulayıcısı aslında gözle görülmeyen, tek hücreli minicik bir canlıdır.

TOXOPLASMA GONDİİ

Bu canlı, tek başına dışarıda yaşayamayan bir parazit ve hayatta kalabilmek için aracılara ihtiyaç duyuyor. Aracılarına zarar vermiyor, çünkü onların yaşaması işine geliyor. Tüm memeli hayvan bedenleri onu canlı tutabilme yeteneğine sahip. İnek, keçi, insan ve fare bunlardan bazıları.
Ama canlı kalmak yetmiyor ona, üreyebilmesi için başka bir memeli bedenine ihtiyacı var. Kedinin bedenine girmesi gerekiyor.
Dolayısıyla parazit, fare bedenine girip onun beyninde yaşamaya başladığında, ana evi olan kedi beynine yönelmek için farenin korku algısını değiştiriyor. Onu kedilere yem yapıyor, çünkü Toxoplasma Gondii, kediye gitmek istiyor!
Parazit kediye vardığında, ona zarar vermeden yeniden çoğalıp tekrar tabiata dağılıyor. Başka bir fare buluyor. Hikaye başa dönüyor.” (Bedenin içinde yüz trilyon fersah, Zeynep Çelen, 2012)
İlginçtir, bu parazit aynısını bazı insanlara da yapabiliyor.
Bu yazıyı; gözle göremediğiniz, içinize yerleşmiş bir parazitin beyninizi sahte duygularla yönlendirip sizi nasıl birilerine kurban edebileceğini anlatabilmek için sütunumuza taşıdık.
Koronavirüsünün dünyayı durma noktasına getirdiği şu günlerde farkındaysanız benzer bir durumdayız.
Kimi sahte bir güven duygusuyla etrafta rahatça dolaşırken, kimi de evinin kapısına kilit vurmuş durumda günlerini korkudan titreyerek geçiriyor. Peki, bu duyguları kim yönlendiriyor acaba?
Koronavirüsüne karşı bir gün “mutlaka maske takmak gerekir” diyen DSÖ’nün bir kaç gün sonra “maskenin sağlıklı olanlarda yarardan çok zarar verdiği” açıklamalarını okuyorsunuz.
Sözde her gün yeni bir ilaç bulunurken “bir ay dayanın bu iş bitecek” diyenlerle “bu iş birkaç yıl daha sürecek” diyenler toplumun ayarları ile oynuyorlar.
Bir yandan hastanelerde yer kalmadığı videoları gelirken diğer yandan hastanelerin bomboş olduğunu gösteren videolar internete düşüyor. Hâl böyle olunca ister istemez çok eski bir savaş yeniden şiddetleniyor.

AKADEMİSYENLER İLE KOMPLOCULARIN SAVAŞI

Akademisyenler/bilim adamları hâdiseyi kendilerine öğretilen sınırlar ve ellerindeki veriler ölçüsünde değerlendirebiliyorlar. Olayın bilerek ve isteyerek yapılmış bir komplo olabilme ihtimaline ellerinde bir veri olmadığı için çoğu zaman kapalı durumdalar.
Komplocular ise her ihtimale açık bir şekilde ama çoğunlukla ellerinde bir veri ya da arka plan bilgisi olmadan gelişmelere yaklaşıyorlar. Aslında her iki grup da doğru ve her iki grup da yanlış. Bir örnekle açıklayalım.
“Her komplo bir teori değildir” diyen 2010 yılı yapımı “Rubicon” dizisinde, Amerikan Politika Enstitüsü New Yok şehrine yerleşik, kendisine verilen ham istihbaratı değerlendirerek buradan sonuçlara varmaya çalışan bir istihbarat analiz şirketidir. Burada araştırmacılar, teröristlerin ilişki ağlarını, para trafiklerini takip ederek muhtemel terör eylemlerini önceden tahmin etmeye çalışır.
Mesela bir bölgede terör eylemi gerçekleştiğinde bunun sonuçlarının neler olabileceği, borsalara ya da ülke yönetimine muhtemel etkilerini araştıran, gelecek planlamaları yapan raporlar kaleme alınır.
Ekiplerden birinin başında bulunan dizinin kahramanı, enstitüde çalışan arkadaşının öldürülmesi üzerine olayı gizlice araştırmaya başlar. Tüm diziyi anlatma imkanımız olmadığı için hemen sonuca gelelim.
Araştırmaları neticesinde kahramanımız bir şeyi farkeder. Teröristlerin saldırması durumunda dünyada büyük etkilere neden olabileceğinin simülasyonu yapılan bazı noktalar, aynen raporlarda öngörüldüğü gibi terör saldırısına maruz kalmıştır.
Mesela, uzmanların yazdığı rapora göre dünyanın en büyük limanlarından biri olan Rotterdam limanının girişinde patlatılacak bir petrol tankeri limanı aylarca kullanılamaz hale getirecek, petrol ya da bu limandan taşınan kimyasal maddelerin fiyatları Avrupa’da büyük bir sıçrama yapacaktır.
Olay vuku bulmadan şu bilgiye haiz olanların dünya borsalarında yapabilecekleri serveti düşünebiliyor musunuz?
Arkadaşının ölümünü araştıran kahramanımız, yazılan raporların ardından bunları kaleme alan uzmanların sır dolu ölümleri arasındaki bağlantıyı kurar.
Olayı anlamışsınızdır herhalde. İstihbaratın başında oturanlar dünyadan habersiz akademisyenlere, uzmanlara bilimsel analizler hazırlatıp simülasyonlar yaptırmakta; ardından pozisyonlarını alarak raporda öngörülen saldırıları yine olayın asıl maksadından habersiz teröristlere yaptırmaktadır.
Sonrasında gelsin paralar, servetler, güç, nüfuz, terörle mücadele politikalarına ayrılan yeni fonlar ve daha niceleri.
Diziyi 10 yıl önce seyretmiştik, yanlış hatırladığımız ayrıntılar olabilir ama herhalde meramımızı anlatabilmişizdir.
Bilimsel / akademik çalışmaların komplocu kafalar tarafından nasıl kullanılabileceğini çok güzel anlatan bir örnektir Rubicon dizisi.
Bilimsel çalışmalar (mayın eşeği misali) komplocuların amaçlarına ulaşması için kullanılırken, yetersiz / bilgisiz sözde komplo teorisyenleri ise yine aynı komplocu kafalar tarafından hedef şaşırtmak / gerçeğin üzerini örtmek için kullanılabilmektedir.
Şimdi burada, İslam dünyasına karşı haçlı cihadını başlatan 11 Eylül 2001 saldırıları öncesinde bilimsel araştırma tadında yazdırılan:
 Samuel Huntington’un “Medeniyetler çatışması” kitabını
 Francis Fukuyama’nın Batıda medeniyetin en üst noktasına ulaşıldığını anlatan “Tarihin sonu” tezlerini,
 New American Century düşünce kuruluşunun 11 Eylül saldırılarından 1 sene önce hazırladığı Amerikan topraklarında “Pearl Harbour” tipi yeni bir saldırıya ihtiyaç duyulduğu hakkındaki raporunu,
 11 Eylül saldırılarından sadece günler önce Amerikan borsalarında saldırı sonrasında batacağı bilinen havayolları firmalarının hisse senetlerinin nasıl boşaltıldığını,
 Yine bir sene öncesinden FBI tarafından Dünya Ticaret Merkezinin uçakla ya da bombayla vurulmasının simülasyonlarının yapılmasını,
 Koronavirüs tüm dünyayı vurmadan önce yapılan pandemi simülasyonlarının nasıl harfi harfine gerçekleştiğini hatırlayın.
Bütün bunlardan sonra “komplo yok” demekte özgürsünüz.
Geçtiğimiz günlerde 5G’nin koronavirüs yaydığı söylentisi ile dalga geçen akademisyenlere rastlamıştık. Doğrudur, belki bugün anladığımız manada virüs yaymıyordu ama bizim gibi yaşı müsait olanlar bir şeyi hatırlayacaklardır.
“Bilgisayar virüsü” kavramını ilk duyduğunuzda ne tepki vermiştiniz? Aramızdan “Ne saçmalıyorsunuz, makina hasta mı olurmuş” diyenler çıkmadı mı? Nitekim sonra işin gerçeğini öğrendik. Bırakın hasta olmayı, ölüyorlardı bile.
Artık birçok kavramın değiştiği, cansız maddelerin farklı enerjilerle hareketlendirilebildiği, yedek organların henüz göremesek de 3D yazıcılarla basılacağı bir çağdayız.
Dolayısıyla ülkemize bilim adamı da lazım, komplo teorisyeni de, akademisyen de… Yeter ki hiç kimse başkalarının “mayın eşeği” olmasın.