Virüs tüm dünyayı kelimenin tam mânâsıyla durdurdu.
İşyerleri kapandı, insanlar evlerine tıkıldı, dünyanın hafızası olan yaşlılar ölüyor ve dünya yeni bir çağa doğru zorla götürülüyor.
Çılgın sokağa çıkma yasakları tüm dünyada uygulanıyor ve özellikle ertesi gün sofrada yiyecek bulabilmek için bugün çalışmak zorunda olan fakir ülke insanlarının tahammül sınırları iyice zorlanıyor.
Ekonomilerin durması, dükkanların, fabrikaların, işletmelerin, otellerin kapanması, insan hareketlerinin kısıtlanması, dünya ulaşımının ve turist hareketlerinin durmasının getireceği sonuçları öngörebilmek için uzman bir oyun teorisyeni olmak gerekmiyor.
Olacakları “tahmin eden” dünyanın en büyük şirketlerinin yöneticileri uzun zamandır bulundukları görevlerden istifa ederek sırra kadem basmaktalar.
Yıllardır değişik platformlarda dikkat çekmeye çalıştığımız sözde “doğal yollardan ölen” yüzlerce mikrobiyolog sonrasında ne oldu?
DÜNYANIN EN BÜYÜK PANDEMİSİ Mİ GELDİ?
Yine aynı şekilde yıllardır düzenli olarak “intihar eden, kalp krizi geçiren, soyulurken yanlışlıkla öldürülen” yüzlerce banker meselesi vardır ve bunların kayıtları mevcuttur.
Peki bunun ardından sizce ne gelecek dersiniz?
Araştırmacı David Rothkopf, 2008’de yayınlanan ‘Süper Sınıf’ adlı kitabında dünya ekonomisinin yüzde 95’inin, 14 küresel aile şirketi tarafından yönetildiğini vurguluyor. Bu 14 ailenin toplam varlığı 50 trilyon doların üzerinde. Birbirleriyle iç içe geçmiş olan ve kurdukları küresel sistemin bozulmaması başlıca amaçları olan bu dev şirketler, devletler üzerinde kendi lehlerine sürekli yaptırım uyguluyor.
Peki, bu durumu ABD’nın sözde koronavirüsü yüzünden çöken piyasaları kurtarmak için çıkardığı ekonomi paketinde görmek mümkün değil mi?
Bakın o trilyonlarca dolar aslında kimlere gidiyormuş:
Bankalar yüzde 60, şirketler yüzde 8, orta- küçük boy işletmeler yüzde 5, vatandaşlar yüzde 4. Aslında şaşırtıcı bir durum değil.
SİSTEMİN MERKEZ FİRMALARI
Stefania Vitali, James Glattfelder ve Stefano Battiston adlı yazarlar tarafından kaleme alınmış olan “The Network of Global Corporate Control” (Şirketlerin Küresel Denetim Ağı) adlı araştırmaya göre dünyada küresel ölçekte birbirine bağlı olan 1318 şirketten oluşan bir ‘ağ’ bulunuyor. Bu şirketlere ‘Sistemin Merkez Firmaları’ deniyor. 2007 verilerine göre söz konusu küresel ağ, dünya ekonomisinin toplam cirosunun yüzde 60’ını gerçekleştirmekte.
Bu ağın çekirdeğini ise, “Süper Varlık” olarak adlandırılan 147 şirket oluşturuyor. Bunların dünya ekonomisindeki payı ise yüzde 40 (…) 147 şirketin bulunduğu listedeki ilk 49’u bankalar ve finans kuruluşları oluşturuyor: En başta İngiliz Barclays Bank, onu Capital Group Companies takip ediyor. Listede JP Morgan, Goldman Sachs, UBS, Credit Suisse gibi bankalar dikkat çekiyor. Trilyonlarca dolara hükmeden bu şirketler, dünya ekonomisi üzerinde muazzam bir yaptırım gücüne sahipler.
Bu araştırmalarda bahsedilen “süper sınıf” ya da “süper varlık” gibi kavramları anlayınca kurtarma paketlerinin kimlere gittiği konusunda çok büyük bir şaşkınlık yaşamıyorsunuz aslında.
Hatta insanlar bu durumu öğretilmiş bir çaresizlik gibi kanıksamış durumdalar.
‘BATMASINA İZİN VERİLEMEYECEK KADAR BÜYÜK’
Obama döneminde büyük şirketlere ve bankalara devasa para enjeksiyonları yapabilmek için bulunan ünlü mazeret neydi?
“Batmasına izin verilemeyecek kadar büyük.”
Korona günlerinde ise ceset torbaları yaşlılıktan küçücük, çaresiz kalmış ve tedavisiz ölmelerine izin verilen yaşlılarla doldu.
Tabutlar bile diyemiyoruz, insancıklar kepçelerle ve plastik torbalarda en az masrafla gömülüyorlar.
YÜK GÖRÜLEN YAŞLILARIN BAŞINA GELEN TESADÜF MÜ?
Hatırlayanlar olacaktır, eski Amerikan Başkanı George Bush nüfusun giderek yaşlanmasına atıfla AB’yi “yaşlı kıta” olarak adlandırmış ve AB liderlerini kızdırmıştı.
Bugün ekonomiye katkısı olmayan ve emekli maaşları ile (vahşi kapitalizmin bakış açısıyla) “devlet bütçesinden bedava yaşayan” yaşlıların başına gelenler tesadüf mü?
Büyük ekonomik resimde ve yaklaşan robotlar çağında insanı gerekenler ya da ıskartaya ayrılacaklar olarak gören “süper sınıfın” olmadığını mı düşünüyorsunuz?
YENİ DEMOKRASİNİN BEDELİ NE?
2016 yılında yazdığımız bir yazıdan şu paragrafı da hatırlayalım mı?
“18 Kasım 2011 tarihli İngiliz Independent gazetesi “Yeni demokrasinin bedeli ne? Goldman Sachs Avrupayı fethetti” başlıklı makalede inanılması güç bir portre çizer. Sıradan insanlar tasarruf tedbirleri ve iş konusunda endişelenirken, Avrupa’nın güç merkezlerinde olağanüstü bir değişim yaşanıyordu yorumuyla aşağıdaki tabloyu verir.
Finansal krizin en sert yaşandığı dönemde AB’nin en stratejik yerlerinde Goldman Sachs’ın eski çalışanları bulunmaktadır.
O krizde yaşananların şimdi yaşanmadığını mı düşünelim?
Geçtiğimiz hafta Morgan Creek Sermaye Şirketi’nden yatırımcı Mark Yusko şunları söylüyordu: “Bugün asıl mesele şudur ki gerçek tehdit virüs değil. Çünkü dünyada Covid-19’dan daha kötü olan birçok virüs tehdidi var. Ancak dünya çapında görülmemiş mali ve parasal tepkiler büyük bir krize neden olacak.
Önceki yazılarımızda vurguladığımız gibi biz koronavirüsü cambazına bakarken dünyada büyük iktisadi değişimler yaşanmaktadır.
Salgın, sokağa çıkma yasakları, seyahat kısıtlamaları ve ardından gelen ekonomik donma (Ice 9) ile tüm dünyada küçük, orta ve hatta büyük işletmelerin batırılmak, kayda değer olanların ise küresel güçlerce yutulmak istendiğini söylemek kahinlik olmayacaktır.
Ardından gelecek planlı suni kıtlık ve açlık oyunlarında onların istedikleri şeyleri yapmak zorunda kalacağınız bir dünya kurguluyorlar.
Bu dünyanın “gözetim ayağının” temellerini her gün gözümüzün içine baka baka ve aklımızla dalga geçercesine her yerde kuruyorlar.
Ülkesinin altınlarını tarihin en düşük seviyelerindeyken sattığı için lakabı “en dip Gordon” olan küreselcilerin sadık elemanı İngiltere eski Başbakanı Gordon Brown bugünlerde korona ile mücadele için “küresel hükümet” kurma çağrıları yapıyor.
İyisi mi uzun uzun anlatmak yerine biz sözü büyük usta, romancı Robert Ludlum’a bırakalım.
GERİ SAYIM
Ludlum’un “Son Çember” (Matarese Circle) romanı İran devrimi ve onu takip eden 2. petrol krizinin yaşandığı 1979’da piyasaya çıkmıştı. Kitapta iki düşman ajanı CIA (Amerika) ve KGB (Rusya) işbirliği yaparak tüm dünya ekonomisini ele geçirmeye çalışan hanedanı yenmişlerdi.
Kitabın devamı olan “Geri Sayım” 1997 Asya Ekonomik Krizinin olduğu sene piyasaya çıktı. Hanedanı yeniden canlandırmaya çalışan dünyanın 7 ayrı ülkesine dağılmış çocuklar yine şanslarını denediler.
Kitaptan bir bölüm:
“Global piyasaları kontrol etmek, uluslararası sermayeyi disiplin etmek… Matarese Baronu’nun hayali buydu. Parayı onu nasıl kullanacağını bilenlerin eline verip ulusları birbirleriyle kapıştırmak. Dünyada zaten ekonomik bir savaş sürüyor, ama kazananlar kim? Unutmayın, bir ulusun ekonomisi kimin yönetimindeyse, hükümeti de o yönetir. Hepimizin toplam serveti bir trilyon doların üzerinde. Temsil ettiğimiz güç merkezlerini etkileyecek coğrafi olarak yaygın ve yeterli, çekirdek bir para bu. Bir sermaye piyasasından diğerine birkaç saat içinde yapılacak milyonluk transferlerle bütün dünyaya yayılacak bir güç. Kişisel ve ortak çıkarlarımız için uyum içinde hareket ederek, ekonomik kargaşa yaratabilecek güçteyiz.” “Vahşice,” diye bağırdı New Orleans’lı işadamı. “Kaybedemeyiz, çünkü kartlar bizim elimizde (…) “Bir programımız var, isterseniz buna geriye sayım takvimi deyin. Sadece birkaç ay sonra, yeni yılın başlangıcında, bizim global yönetim hedefimiz, Matarese yönetimi.”
İkinci romanda da hanedan yenildi.
Anladınız siz “Matarese hanedanının” kim olduğunu.
Yazar Ludlum öleli çok oldu ama kitapları hala çıkıyor.
Bakalım serinin bugünleri anlatacak üçüncü kitabı gelir mi?