Spor’da haçlı zihniyeti

Tarih; 7 Eylül 2013 Cumartesi… Yer, Arjantin Bounes Aires… Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı Tayyip Erdoğan, 2020 olimpiyatları için komiteye sunum yapıyor.
Türkiye ve Japonya finale kalmıştır ve iki ülkenin liderleri yarışı kazanmak için ringe çıkmışlardır.
Türkiye’nin en büyük avantajı o güne kadar bu çaplı bir organizasyonu yapmamış olmasıdır çünkü Japonya bizim üçüncü olduğumuz 2002 Dünya Kupası’na ev sahiplerinden biriydi.
Türkiye’nin organizasyon için verebildiği devlet garantisini hiç kimse karşılayamamaktadır. Yani kâğıt üstünde Türkiye favori, Japonya plase durumunda bulunmaktadır. Türkiye 20 yıldır aday ülkedir ama dört seferinde de olimpiyatları alamamıştır.
Bu kez umutluyuz
Güçlü ekonomi, genç nüfus, iki kıtada var olması, yüksek halk desteği ve bu finale kalan ilk Müslüman ülke olma avantajlarına sahip. Ama işte zaten o son madde yok mu, işin püf noktası burası. Yükselen bir ülke olarak Türkiye’ye, kendisini tanıtma ve uluslararası kamu oyuna anlatma şansı sunulacak böyle bir fırsatın verilmesi düşünülemezdi bile.
Bazılarımız orada sadece bir spor sunumu oylamasının yapıldığını düşünsek bile Haçlı yayın organı BBC bunu hiç de öyle anlamamamız gerektiğini hatırlatıyor: “İstanbul’un, Mart ayında Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin Değerlendirme Heyeti ziyaretinde kazandığı, hem gazetecileri, hem heyet üyelerini son derece etkileyen sunumlar, verilen güven, maalesef arada bir yerlerde etkilerini yitirdiler. “Arada bir yerler” hepimizin bildiği, odadaki fil, Gezi protestolarına hükümetin verdiği karşılık.
Gezi kalkışmasına devletin en şiddetli tepkiyi verdiği Haziran başında, Tokyo’da binlerce kişi nükleer enerjiyi protesto etmek için toplanıyordu, hiç kimsenin burnu dâhi kanamadan. Bu unsura ek olarak, Brezilya gibi Türkiye’ye çok benzeyen bir ülkede, Türkiye’nin olimpiyat adaylığına çok benzeyen dünya kupası ve olimpiyat projelerine karşı yapılan protestolar etkili oldular.
Türkiye’nin 16.8 milyar dolarlık, Madrid’in 9, Japonya’nın 4 katı yatırım bütçesi, son derece kesif bir şekilde kutuplaşmış, siyaseten riskli bir ortamla birleşti. En nihayetinde Türkiye’nin adaylığı, astarı yüzünden pahalıya gelmesi muhtemel bir adaylık halini aldı.”
Gezi diyor, siyaset diyor, kutuplaşma diyor, diyor da diyor…
Tokyo’daki göstericiler de kamu binalarına saldırmış mıdır, polis otolarını yakıp mağazaları yağmalamışlar mıdır acaba diye sormak aklına elbette gelmiyor…
Sonuç; Gayet tarafsız(!) bir değerlendirmeyle dört katı düşük bütçeyi veren Japonya’yı tercih ettiler…
Peki sizce kararı olimpiyat komitesi denilen teknokratlar grubu mu verdi?
Elbette hayır…
Müslümanlığımıza, Türklüğümüze, oturduğumuz coğrafyamıza duyulan düşmanlık; haset ve kin barındıran düşünceler verdi.
O düşünceye sahip olan kişinin bedeni, milliyeti, kimliği önem taşımıyor, çünkü o bir haçlı…
Tarih boyunca sergilediği düşmanlığı, hakim olduğu bir alanda daha hoyratça göstermekten hiç ama hiç çekinmiyor.
Tıpkı 2016 Avrupa Futbol Şampiyonasına ev sahibi olmak için yarıştığımız Fransa’nın tercih edilmesi gibi.
Tepeden tırnağa yenilenmiş stadlarımıza rağmen, çoğu 1984 Avrupa Şampiyonası ve 1998 Dünya Kupası sırasında yapılmış eski stadlar ile görücüye çıkan, bu tarz büyük organizasyonlara doymuş Fransa ipi göğüslemişti.
Örnekleri çoğaltabiliriz…
Beceri kapasitesi son derece yüksek, gelişmiş bir ülke olarak Türkiye’ye sporda tüm dünyanın dikkatini odaklayacağı organizasyonları vermemelerinin altında yatan tek neden var; Müslüman bir ülke olarak kendimizi uluslararası medyanın tanıttığının tam aksi bir ortama sahip olduğumuzu anlatma imkanını elde etmemize engel olmaları.
Yoksa organizasyon başarısızlığı ya da benzeri nedenler değil. Onlar 2000 yılında gelen UEFA kupası şampiyonluğunun, 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki muhteşem geri dönüşlerin dünyanın üçte birini nasıl salladığını, coğrafyaları nasıl sevindirdiğini ve silkelediğini gayet iyi biliyorlar…
Türkiye hemen her alanda olduğu gibi sporda da kuşatılmaya devam ediyor, haçlı ruhu sporda da dipdiri varlığını sürdürüyor. Peki o zaman bu kararları kim veriyor diye sormak lazım.
Sporu kimler yönetiyor?
Uluslararası spor organizasyonları mı? Yerel federasyonlar mı? Kulüp başkanları mı? Bunların her birinin payı ve rolü var kuşkusuz ama Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, her zaman “parayı veren düdüğü çalar” Kim mi onlar?
Sponsorlar! Dünyayı sarıp sarmalayan küresel şirketler ve onları yönetenler! Ağustos ayında ABD eliyle ekonomik saldırıyı yapanlar ve her daim yapmakta olanlar.
Dünyanın yarısını etkileme gücüne erişmiş futbolun, ABD’yi kasıp kavuran Amerikan futbolu ve basketbolun, ülkelerde çok öne çıkmış hemen tüm spor dallarının kendi başlarına bırakılması düşünülemez elbette. Spor her zaman siyasetle, dünya dengeleriyle iç içedir.
Real Madrid ve Barcelona başta olmak üzere dünyanın en popüler kulüplerinin armalarındaki haç işareti hiç dikkatinizi çekmedi mi?
Adamlar kim olduklarını ve neye inandıklarını hiçbir zaman saklamıyorlar
İslam dünyasını temsilen Katar gibi küçücük bir ülkeye dünya kupası düzenleme yolunu açan uluslararası spor yönetimi, Türkiye gibi güçlü bir ülkeyi saf dışı bırakarak üzerlerine yapışan haçlı algısını kırmaya çalışıyorlar
Tuttuğumuz takımın rengi gözlerimizi karartmamalı!
Türk spor yönetimine halen levanten azınlıkların, sabatayistlerin ve onlara teslim olmuş Türklerin hâkim olduğunu ve bu güruhun da uluslararası sistemin uzantısı olarak kendilerine biçilen rolü oynamaya devam ettikleri gerçeğini bilmeliyiz.
Spor asla onların dışındakilere bırakılacak kadar basit bir alan değildir!