Bu konuda her gün yazı yazsak konu bitecek gibi değil.
Konu dediğimiz şu, iktidar partisinin yönettiği kurumlardaki iletişim yönetişimsizliği.
Yapılan en haklı, doğru ve gerçekçi iş bile sosyal medyada ters yüz edilip bir şekilde aleyhe dönüyor ve kamu kurum yöneticileri enerjilerinin bu çarpıtılmış gerçeklikle uğraşarak harcıyorlar.
Güzel olanı anlatmak yerine iftiraya cevap yetiştirmeye çalışmak, gerçeklerin keyfini sürmek yerine yalanların stresini yaşamak kaçınılmaz son oluyor ve bir türlü düzelmiyor, düzelemiyor…
Çünkü iletişim denilen aygıt adam gibi kullanılamıyor.
Çünkü kamu siyaseti kavramı çok afilli biçimde sakız gibi çiğnenmesine karşın fiilen asla uygulanmıyor.
Hiçbir kamu kurumu yapacağı herhangi bir iş öncesi kamuoyunu bilgilendirmek için ön çalışma yapmıyor, toplumu bilgilendirmiyor.
“Ben yaptım oldu” mantığı son derece hâkim ve bu mantık sürekli gol yiyerek başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere siyasi kanadın tüm enerjisini boşu boşuna emdiriyor.
Hele yeni filiz vermeye çalışan konular ile ilgili hızlı davranma refleksi söz konusu olduğunda kaplumbağalar bile daha hızlılar.
Bizzat yaşadığım bir örnek üzerinden konuyu Kaz Dağları meselesine taşıyacağım izninizle…
2011 yılında Devlet Bakanımız Sayın Faruk Çelik’in basın müşaviri olarak kamuya geçtim.
O süreçte yirmi yıldır kimsenin el atamadığı Diyanet İşleri Başkanlığı kanunu Faruk Çelik’in siyasi ve diplomatik yetenekleri sayesinde Meclis’ten geçti ve pratik olarak uygulanmaya başladı.
Yeni kanununa göre yapılanan DİB’de Diyanet Vakfı Kadın Merkezi Müdürlüğü ismini taşıyan ama aslında gönüllük esasına göre çalışan, resmi bir tarafı olmayan bir yerden Ayşe Sucu isimli hanımefendi uzaklaştırılmıştı.
Daha sonraları Demokrat Parti’den siyasete atılacak bu bayanın ayrılık hadisesi “kadın meselesi” kullanılarak bir hafta ülke gündemi olmuştu.
Sayın Bakanın basın müşaviri olarak bu konuda bir şeyler yapmaya çalıştığımda diğer çalışma arkadaşlarımdan itiraz gelmişti.
“Koskoca bakan bir kadın ile mi muhatap olacak” diyordu bilgili arkadaşlarımız.
Ben de kendilerine Ayşe Sucu ismi ile değil yirmiye yakın gazetenin manşeti, onlarca tv kanalının haber bültenindeki birinci haber ile ilgili çalışacağımızı anlatmaya gayret ettim.
Ama nafile…
Kafasında hiyerarşik yapıyı kurmuş bir zihni yapı, asla iletişim konusunu, kamuya mâl olma noktasını anlamıyordu ve anlamadılar.
Arzu ettiğim çalışmayı istediğim kıvamda yapamadığımı itiraf etmeliyim.
Bugün de üzülerek görüyorum ki, bunca yaşanmışlığa, bunca tecrübeye rağmen aynı atalet devam ediyor.
Eminim şu an bakanlık katlarındaki pek çok konunun muhatabı “Bakan Beyleri Kaz Dağları’ndaki üç beş çapulcu ile muhatap etmeyelim” diye düşünüyordur.
Aksi olsaydı yansımalarını görürdük mutlaka.
Ak Parti iktidarı, Bakanları ve elbette lideri Tayyip Erdoğan bir türlü doğru yönetilemeyen süreçlerin yükünü taşımak durumunda kalıyorlar.
Kaz Dağları’ndaki madenin uzaklığı, bölgenin sit alanı olmaktan çıkarılış tarihi, sökülen ağaçların yerine dikilecek ağaç sayıları üstünden durumu savunmaya çalışan iktidar kamuoyu, günün sonunda “ağaç ve doğa sevgisi” kavramının tam karşısında mevzilenmiş gibi görünüyor.
Üstelik yabancı bir kapitalist şirketin savunucusu olma pozisyonu da cabası.
Tıpkı yakınlarından sürekli geçtiğim, çevresi neredeyse ağaçsız ve kel olan Salda gölüne yapılmaya çalışılan Millet Bahçesi projesinin “TOKİ” markası altında ezilmesi gibi…
Onca savunma çabasına ne gerek var; Salda gölünün etrafına yapılacak olan projenin bir maketi, görseli, sanal uygulamasını yayınlayıp sesleri kesmek bu kadar mı zor?
Kesinlikle eminim ki etrafına Millet Bahçesi yapılmış bir Salda gölü muhteşem olacak.
Ama işte iletişim yönetimi kötü olunca, en haklı konuda bile savunmada kalmak kader haline geliyor.
Üç beş cümlelik algılar çağındayız.
Zengin görsel ve kısa-vurucu anlatım ile yapılanları kamuoyu ile paylaşacak yeni bir iletişim dilinin geliştirilmesi büyük bir zaruret olarak orta yerde duruyor.