RTÜK Başkanı ve yönetiminin toplumda oluşturulan Suriyeliler algısına karşın atağa geçen ve neredeyse tüm medya kurumlarını tek tek dolaşan İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’yı örnek almaları lazım. Daha doğrusu neredeyse tüm kamu kurumlarının bu eylemi dikkate almaları gerekli…
RTÜK Başkanı ve yönetiminin toplumda oluşturulan Suriyeliler algısına karşın atağa geçen ve neredeyse tüm medya kurumlarını tek tek dolaşan İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’yı örnek almaları lazım.
Daha doğrusu neredeyse tüm kamu kurumlarının bu eylemi dikkate almaları gerekli…
“Kamu diplomasisi” kavramı son yıllarda devlet koridorlarında en çok dolaşımda olan sözlerin başında geliyor ama uygulamada ne yazık ki hiç hatırlanmıyor.
“Kamu diplomasisi” kelimenin tam anlamıyla toplumsal algıları yönetmek ve yönlendirmek anlamına geliyor.
Herhangi bir bakanlık, devlet kurum ve kuruluşları tüm ülkeyi ilgilendiren bir karar, uygulama, projeksiyon yapmadan önce ortamı hazırlamaları lazım.
Yapılacak işin önemini ve gerekliliğini anlatan bilginin dolaşıma sokulup yönetilmesi ve sonrasında da harekete geçilmesi gerekmektedir.
Hele sosyal medya çağında, cümlenin çeyreğini okuyarak hüküm vermeye meraklı kitlelerin olduğu bir dönemde bu aksiyon kaçınılmazdır.
Oysa bizde tam tersi oluyor.
Devlet kurumları kamuoyuna yönelik hiçbir ön bilgilendirme ve hazırlık çalışması yapmadan adım atıyorlar, sonrada sürekli bir savunma pozisyonu içinde açıklama üstüne açıklama yapma durumunda kalıyorlar.
İşte son örneği RTÜK’ün yayınladığı “Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkındaki Yönetmelik”…
Paralı yayın platformlarını vergilendirmek, çocuklar ve gençleri koruma amaçlı bir yönetmelik.
Ama iletişimin altın kuralı atlandı burada, “sizin ne dediğiniz değil, karşınızdakinin ne anladığı önemli!”
Kamuoyunda en çok öne çıkan kelime ne oldu peki; “Sansür”.
Oysa çok daha önemli iki konu var; vergilendirerek haksız rekabeti önleme ve nesli koruma.
“Paramı ödediğim içeriğime karışma” mottosuyla özetlenebilecek bir karşı argüman atağı RTÜK yönetmeliğine karşı bayrak açmış durumda.
Muhafazakar yayın organlarının yazarları bile konuyu anlamamışlar ve RTÜK karşıtı bir duruş sergiliyorlar.
Burada şahsî fikrimizi söyleyelim;
RTÜK yaptığı işte sonuna kadar haklıdır. Hem kazancın vergilendirilerek yerli platformların uğradığı haksız rekabetin önlemesi doğrudur, hem de neslin korunması için denetim getirilmesi. Netfilx ve benzeri ortamlar aile kurumunu doğrudan hedef alan, fıtrattan gelen cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmayı amaçlayan, her tür sapkınlığı normalleştirmek için kullanılan ve ne yazık ki evlere kadar giren platformlar. Yakın zamanda evinde gay, lezbiyen, transseksüel oğul, kız, kardeş, kuzen istemeyen her kişi RTÜK’e destek vermelidir.
Aslında karşı algının söylediği gibi denetlenen tüm internet ortamı değildir -keşke yapılabilse-, denetlenen paralı platformlardır. Gençliği ve aileyi korumak anayasal bir görevdir ve RTÜK bu görevini yerine getirmeye çalışmaktadır.
Ancak…
Yönetmelikte açık noktalar bulunuyor ne yazık ki!
Denetimin nasıl yapılacağı, neyin denetlenip neyin denetlenmeyeceği belli değil. Şirket kurmak ve lisans almak için gerekli işlemi yapmayanlara yönelik yasal yaptırım ve erişim engelinden bahsediliyor.
Netflix, “İnternet yayınlarına yönelik getirilen düzenlemeyi yakından takip ediyoruz. Türkiye bizim için çok önemli bir pazar. Bu nedenle Türk yetenekleriyle birlikte film ve dizi sektörüne yatırım yapmaya, üyelerimizin bu içeriklere keyifle ulaşmalarını sağlamaya devam etmek istiyoruz.”
Açıkça diyor ki, “Biz bu durumu iplemiyoruz, aynı şekilde devam etmek istiyoruz, şirket falan da kurmuyoruz…”
Peki, bu durumda RTÜK’ün ne gibi bir eylem planı var?
Netfilix ve benzerleri bu şartları yerine getirmediği takdirde tıpkı Wikipedia gibi erişim engeli ile mi karşılaşacak?
Ya da mesela televizyon ya da radyolar kendi web siteleri yerine Youtube yayınlarına başlarlarsa denetleme dışına çıkma ihtimallerine karşı bir öngörü var mı?
Yönetmelik daha doğru düzgün anlatılamamışken, bu ihtimaller ile nasıl baş edilecek?
Yoksa bu güzel girişimin yönetilemeyen süreçlerinin sorumluluğu da eninde sonunda Tayyip Erdoğan’ın sırtına mı yüklenecek?
Kamu adına yapılan tipik bir, “iyi niyetli ama kötü yönetilen” bir süreci izliyoruz.