Sözünde duran adamlar

Söz vermek ve sözünde durmak… En çok hassasiyet gösterdiğim hususlardan birisidir. Söz verip, sözünde durmanın ehemmiyetine dair bir iki ayet meali paylaşalım:
“Kendisi reşid oluncaya-onsekiz yaşını dolduruncaya kadar, iyi niyetle değerlendirmelerin dışında, yetimin malına yaklaşmayın. Sözlerinizi, taahhütlerinizi eksiksiz-kusursuz yerine getirin. Sözler ve taahhütler, mesuliyeti gerektirir.” İsra Suresi-34
“Onlar ki (O Müminler ki) kendilerine emanet edilen şeylere dikkat ederler. Verdikleri sözleri de yerine getirirler.” Müminun Suresi-8
“Ey iman edenler! Yaptığınız sözleşmelerin gereğini yerine getirin. İhramlı olduğunuz sırada avı helal saymamanız şartıyla size bildirilecek olanların dışındaki hayvanlar size helal kılındı. Allah dilediği hükmü koyar.” Maide Suresi-1
Peygamber Efendimizin (s.a.v) lakabı ‘Muhammed ül-Emîn’ idi. Neden? Çünkü söz verdiği zaman sözünde dururdu. Diğer hasletlerini yazmakla bitiremeyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman yerine getirmez ve ona güvenildiği zaman, hıyanet eder.” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai) İki büyük şahsiyetin, randevuya sadakat hususunda gösterdikleri hassasiyete dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Mehmet Akif Ersoy ve İhsan Süreyya Sırma.
Mehmet Akif’le başlayalım.

Sözünde Duran Adam*1
Mithat Cemal’e göre Akif’te mefhumlar ve doğrular tektir. Söz verdi mi, onu mutlaka yerine getirecektir. Mehmet Akif, sözünü yerine getirmemeyi “namusa mugayir’ sayar. Akif, Meşrutiyetin ilk senelerinde, bir cuma günü Midhat Cemal’le sözleşir. Akif, Kuntay’ın Çapa’daki evine gidecektir. O gün adam boyu kar yağar. Arabalar, tramvay, tren ve vapur, hava şartlarından işlemez. Sütçü ve ekmekçiler, kar ve tipiden dışarı çıkıp, dağıtım yapamaz. Vakit öğle olmuştur ve ekmekçiler hâlâ, ortada gözükmemektedir. Derken kapı çalar: Midhat Cemal, karşısında Akif i görür. Büyük şairin bıyığının yarısı donmuştur. Midhat Cemal. Akif in kar ve tipiye rağmen, Beşiktaş’tan Çapa’ya nasıl geldiğini merak eder. O, bu mesafeyi yürüyerek kat etmiştir. Midhat Cemal. Akif in bu havada yürüyerek oraya gelmesine, hayret eder. Akif ise, arkadaşının hayretine şaşırır. Akif: “Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lâzımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.” cevabı üzerine;
Midhat Cemal, daha da şaşırır ve: “İnsanların birbirlerine verdikleri sözün, bu kadar korkunç bir şey olması beni ürküttü.” der ve ardından Akif’e esprili bir cevap verir:
“Akif. Sen eğer verilen sözün manasını bu türlü anlıyorsan, bana izin ver de ben bu türlü anlamayayım. Benim verdiğim sözün, şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur.” Hatta bu söz vermedeki hassasiyetini gören Mithat Cemal, sonraki tarihlerde ona söz vermekten çekinir.
Çok yakın dostlarından Fatih Gökmen de söz verme konusunda şunları anlatır: “Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı anlatayım: Ben Vaniköy’de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün öğlen yemeğini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim, bu arada. Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş. “Selam söyleyin” demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün, kendisinden özür dilemek istedim. “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle, yerine getirilmezse mazur görülebilir.” dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.”

Zaman Hassasiyeti *2
-Derslerinizde zaman konusunda çok hassastınız. Dinleyebildiğim kadarıyla derslerinizi, mutlaka zamanında bitiriyordunuz.
– Zaman konusunda hastalık derecesinde titizim. Bunu da Hamidullah Hocamdan öğrendim. Bazı siyasiler bana kızıyor. Mesela saat 08.00’de konuşmaya başlayacağız. Vaktinde gidiyorum. “Hocam yöneticiler daha gelmediler.” diyorlar. “Bana ne! Ben konuşmaya başlarım. Gelirler otururlar.” diyorum. Müslümanlardaki en büyük problemlerden birisi, bu zaman mefhumu… Müslümanlarda zaman mefhumu diye bir şey kalmadı. Siz ders anlatıyorsunuz, yarısında biri geliyor. O dersi anlamaz. Yoklama için geliyor. O disiplini vermek lâzım. Bu konuda öğrenciler bana biraz kızsa da, dikkat ediyordum. Derslerde de konferanslarda da, herhangi bir randevumda da, dikkatli olmaya çalışıyorum. İstanbul’a geldikten sonra bir akşam, telefonum çaldı. O zaman, cep telefonları yoktu. Sabit telefondan arandım. Açtım, birisi selamdan sonra kendini tanıttı: “Ben falan yerin milletvekili falanca” dedi. “Buyurun” dedim. “Çok önemli bir mesele hakkında, sizinle görüşmek istiyorum.” dedi. ‘Tamam, birkaç gün sonra görüşelim.” dedim. ‘‘Yok… Çok acil! Yarın görüşmemiz lâzım.” dedi. “Yarın iki randevum var. Madem çok önemli diyorsunuz. Birisini ertelemeye çalışayım. Biraz sonra beni arayın.” dedim. Aradı. “Tamam… Ertesi gün saat 10.00’daki randevumu, başka güne aldım.” dedim. Saat 10.00’da Fatih’te bir yerde buluşmak üzere randevulaştık. Saat 10.00’a 5 kala gittim. Benim prensibimdir bu. Gelmedi. Yine prensibim, 15 dakika beklerim. Trafik olur, başka bir engel olur. Tabii derslerde değil. Ama özel randevularda 15 dakika beklerim. Milletvekillerini ise 20 dakika beklerim. Onlara biraz opsiyon tanıyorum. Bu milletvekili, 20 dakikayı geçirince, 25. dakikada “Artık benim randevum yok.” dedim. Orada başka birini gördüm. Can sıkıntısından “Kadınlar pazarında bir çay içelim.” dedim. Çayımı içip gittim. Ama tepem attı. Telefonunu da bilmiyorum ki açıp, biraz fırçalayayım. 10 gün sonra telefon çaldı, açtım. Selam verdi, selamını aldım. “Ben falanca” dedi. Cevap vermeden, telefonu tak diye yüzüne kapattım. Hanıma da, “Sakın telefonu açma.” dedim. Çünkü biliyorum bir daha arayacak. Gittim odamda çalışıyorum. Yarım saat geçti. Bu arada telefonu unuttum. Telefon çaldı, ben açtım. Ama kurnaz adam… “Resûlullah’ı seviyorsan kapatma.” dedi. “Tamam, kapatmıyorum. Oraya yaz! Sen ne biçim insansın, sen milletvekili olamazsın, sen erkek olamazsın- çünkü erkek olan, insan olan, Müslüman olan vaadinde durur.” dedim ve kapattım. Seneler sonra onu bir yerde gördüm, başı önünde. Selam vermedim çünkü böylelerine selam vermek günah olur. Böyle şey olur mu? Çok mühim diye benden randevu istiyor, gelmiyor. Müslümanlar lakayt. Randevusuna gelmeyeni ben adam saymıyorum, kim olursa olsun. Bazen hanım, “Fazla olmuyor mu? İnsanların işi gücü var.” diyor. O zaman randevu almasınlar! Ben onlardan randevu almıyorum ki! O bakımdan bana, huysuz diyorlar. Fransızların dediği gibi… Tampis… Boş veeer!
-Zamanla ilgili hassasiyetiniz öteden beri var.
-Evet… O hassasiyetle çok kazandım. Zaman kazanıyorsunuz. Bazıları “Şuna şuna vaktim yok.” diyor. Zamanınızı ayarlarsanız, vakit çok. Vakti ayarlamak önemli.

Sözünde Duran Adam *1
KUNTAY Mithat Cemal, Mehmet Akif Timaş Yayınları, İstanbul 2001.

Zaman Hassasiyeti *2
İhsan Süreyya Sırma Kitabı PERVARİ’DEN PARİS’E – Beyan Yayınları /
İstanbul 2016