Söz dışarı, Meclis içeri

Bu hafta sonu bizde seçimler var. Üçlü Başkanlık seçimleri, Devlet Meclisi seçimleri, Federal Meclisi seçimleri, Kanton Meclisi seçimleri, bir de küçük entite sakinleri için Entite Başkanı ile Entite Meclisi seçimleri. Partiler, bağımsızlar, bağımsız listeleri, hepsi adaylarını göstermiş, şehirler, yollar, her taraf afiş dolu. Dayton Anlaşması gereği bizim ülkede iktidar çok demokratik. Meclisler, vekiller, her kademede herkes kendi tarafına çekiyor. Yapıcı ulusların eşitliği prensibiymiş. Böylece her ulusun her bir kanuna, her bir karara veto hakkı var.
Seçimlerden sonra tabi hükümetler kurulacak, başbakanlar, bakanlar, yardımcıları, sekreterleri, danışmanları, şoförleri tayin edilecek. Vekillere maaş bağlanacak. Artı komisyonlar üyeliği, artı iş gezileri ve yevmiyeleri, artı vekillik döneminden sonra dört yıl boyunca maaş (eski vekil toparlayıncaya kadar harçlığı olsun)… Sanayisi sokağa düşmüş bir ülkede siyaset bir nevi istihdam. Garantili.
Hırvatların birkaç partisi var, dekor olsun diye, genellikle ırkçı ve bölücü bir politika izleyen partiye oy veriyorlar. Nüfusu az olsa da, Partiyi o kadar seviyorlar ki ölüler bile mezarlardan kalkıp seçime geliyorlar. Seçmen listelerine bakılırsa, bizim ülkede en çok yüzyıllık insan var. Bir de kafaları yerinde, hani seçim yerine gelip oy verebiliyorlar. Yaşarken okuma yazma bilmeyenler bile sırf seçimler için okuma yazmayı öğrenmiş. O kadar.
Sırp tarafında da birkaç parti var, ırkçı, çok ırkçı, aşırı ırkçı, pardon, ulusal derler. Ülkenin refahını, bütünlüğünü düşünen hangisi diye sorarsanız, cevap veremem. Sırpların da çoğunluk olarak yaşadığı bölgede seçim hakkını yaşayanlar gibi, ölüler de kullanıyor. Biz Boşnaklar arasında durum çok farklı. Rengarenk diyebiliriz. Madem Bosna Hersek bütün bir devlet olarak olmasa, Boşnaklar da olmaz, olsa bile bir anlamları olmaz; dolayısıyla biz ulusal değil, karma bir devlet istiyoruz, partilerimizin çoğu karma. Karışık yani. Karmakarışık. Sayısı da, maşallah… Son savaşta sürgün olup da dönemeyenlerin büyük bir kısmı vatandaşlıktan çıkmış, yeni bir yurt edinmiş, seçmen olmaktan da vazgeçmiş. Bir kısmı seçimlerle uğraşmaya vakit bulamıyor. Buradakiler keza öyle. Fakat parti ve aday istediğiniz kadar var. Hemen hemen hepsi sözde sol ve sözde hafif sağa çeken merkez olmak üzere iki partiden filizlenmiş. Bir iki dönem vekillikten sonra listelerden çıkarılmış adaylar kendi partisini kurup seçime giriyor. Hatta afişlerde gördüğümüz bazı kişiler bir önceki seçimlerde başka bir parti adayı, ondan önceki seçimde başka bir parti veya bağımsız aday olmuşlar.
Kimileri için ya mebus ya mahpus kuralı geçerli. Yani, mebus olunca dokunulmazlık gereği mahpus olamaz. Mevcut durumda muhalefet sayılsa bile, bir pazarlık sayesinde koalisyona girmiş, belirli pozisyonlara kendi insanlarını yerleştirmiş, diğer taraftan iktidardaki partiyi her bir sorun için suçlu göstererek milleti kışkırtıyor. Yürüyüşlerin arkasında duruyor, medyası aracılığıyla milletin gözünü boyuyor… İktidar da muhalefet de hem olumsuzluklara neden oluyor, hem de tüm kabahati rakip partiye yüklüyor. Adaylar arasında kimileri ise ölüm ilanından önce direklerde fotoğraflı ismini yapıştırmak için fırsat bulmuşlar. Fırsat bu fırsat, kimse ismini bir kere duymamış, içerik bakımından sıradan bir yemek tarifi özgeçmişinden daha zengin, fakat adaylığını göstermiş.
Para karşılığında seçmenlerin oyunu satın alanlar da var. Ona oy veren kişi fotoğrafla ispatlarsa, bir miktar para veriyor. Bu şekilde meclise giriyor, bir yıllık vekil geliriyle açığını kapatıyor. Sonra, mecliste bir kanun veya karar oylamasında, taraflar arasında bir uzlaşma olmayınca (olmuyor genellikle, çünkü farklı farklı partilerden vekiller karşı tarafı bir sonraki seçimler için peşin batırmak istiyorlar), kendi oyunu parayı (ve para yanında belirli avantajları) veren tarafa satıyor. Hesap bu hesap, böylece bir kurumun gece bekçisi meclise girdikten sonra bir dönem içinde hem yüksek lisans diplomalı, hem de şirket sahibi olmuş. Allah korkusu, utanç yoksa her şeyi yapmak mümkün.
Adaylar arasında sakin sessiz olanlar da var. Mecliste bile bir kere sesini duymadığım beş dönemlik vekiller var. Beş dönem boyunca meclis üyesi, hiçbir konuda diyeceği olmuyor meclis toplantılarında. Gerektiğinde el kaldırıyor. O kadar. Meclis kelimesi zaten Arapçanın “celese” fiilinden türetilmiş. Oturmak demek. Konuşmak, tartışmak, ülkenin iyiliği, kanunların yürürlüğü için çalışmak ne demek ki… Dolayısıyla mecliste sadece oturuyorlar. (Meşhur bir fıkra var: Muyo bir banka otururken, yanından Sulo geçiyor: ‘E, merhaba! Sen oturup düşünceye dalmışsın, değil mi-diye soruyor.- Hayır valla, sadece oturuyorum.’)
Şimdi seçimlerden önce TV-programlarına katılmış adaylar ve liste başındakiler, farklı farklı sözler sarf ederek vaatler veriyor. Vaatlerin yüzde ellisi bile yerine getirilirse, ülkemiz seçim sonrası günü İsviçre gibi sabahlayacakmış. Seçimlerden sonra uzlaşma yok, koalisyon falan, hükümet, Sırplar, Hırvatlar, Uluslararası makamlar, Yüksek temsilci gibi bahaneler bulunacak. Sonuçta, hükümetler kurulacak, ufuklarda işlevsel bir iktidar görününce, tam bir sonraki seçim hazırlıkları başlar… Seçilen en doğru insanların yanına bile namussuz tekliflerle geliyorlar. Bir tayin torpili, ihale, ne bileyim. En çok nepotizmden ve rüşvetten şikayet eden insanlar işlerini bu yöntemle halletmeye çalışıyor. Hatta geçenlerde üst düzey bir yetkilinin imzasıyla gördüğüm bir yazı: “Sayın Falan, kızınızın tayini konusunda yetkili makam Başkanlığımız değil, İş Bulma Kurumu’dur. Bize değil, iş ilanları veren kurumlara gereken belgeleri göndermeniz gerekiyor” diye yazılmış.
Peki, ne demek istediğimi soruyorsunuz. Bu ülkede vatandaş olmak olduğu kadar, siyasetçi olmak da zor. Yine şükür ki siyasetçi, vekil falan olmak zorunda değilim. Ve düzenli bir sistemi olan, düzenli bir iktidarı olan ülkelerin vatandaşlarının ne kadar şükretmeleri gerekiyor. Bizim derdimiz ise, sadece ülkemizin bir bütün olarak ayakta kalması, savaşın da ortaya çıkmaması. Bir de, siyasete temiz ve dürüst girenlerin bozulmamaları. Fazla mı istiyoruz?