Son olsun bu 28 Şubat

28 Şubat günü İstanbul Saraçhane Parkındaydık. Laik-Kemalist ideolojik zihniyetli hâkimler ile FETÖ/PDY mensubu hâkimlerin verdiği kanunsuz ve hukuksuz kararlarla ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezası verilerek hayatları karartılan Müslüman tutsakların adalet isteklerini dile getirmek için, Mazlumder ve bazı STK’lar tarafından düzenlenen “28 Şubat Son Bulsun” gösterisine katıldık.

2016 yılı Ağustos ayından, 17 Ocak 2017 Salı akşamı tahliye olduğum güne kadar aynı koğuşu paylaştığım, hiçbir ilişkisi olmadığı bir örgütün mensubu olmaktan haksız ve hukuksuz yere müebbet hapis cezası verilen ve 15 yıldır cezaevinde çile dolduran arkadaşım İsmail Şah Balta…

İsmail Şah Balta’nın 7 Ocak 2018 günü, Kandıra F Tipi 1 No’lu Cezaevinden gönderdiği mektubunu, “Bu 28 Şubat son olsun” dileğiyle paylaşmak istiyorum:

***

Yeniden yargılanma metaforu ve duygusal beklenti

(…) Siyaset kurumunun siyasal zemindeki sorunları irili-ufaklı çözmek gibi bir sorumluluğu olsa da öncelik sıralamasını kendisine yakın-somut-büyük faydalar sağlayacağını umduğu, onun açısından özgül ağırlığı büyük konuları tercih ettiğini, duygusal değil rasyonel davrandığını, hiç unutmamak gerekir. Umut dağıtırken, duygusal olmanın kimseye zararı yoktur. Bolca dağıtılmasında fayda dahi mülahaza edilebilir. Ancak eyleme dönüşecek şeyin mutlaka rasyonel olması gerekir. Siyasetin suyu, bu yatakta akmaktadır.

Ne yazık ki verili şartlar altında siyasetten ahlaki olana yönelmesini beklemek, gerçekçi olmayacaktır. O zaman yapılması gereken, ahlaki olanla rasyonel olanın birlikte olduğu özgül ağırlık alanını oluşturup; siyasetin onu görmezden gelemeyeceği şekilde, açık hâle getirmektir. Verili şartlar altındaki siyasetin yapılış tarzından bağımsız olarak biz Müslümanların talepleri, tüm mahkûmları kuşatmak durumundadır. Hizip-cemaat-fert adına iş görmek ya da beklenti içinde olmak ne kadar yanıltıcı olacaksa, farklı inanç-siyasal gruplardaki problem alanlarının varlığına da, kör sağır olmak yanıltıcı olacaktır. Ahlaki olanın dışındaki talepler, bizim ağırlığımızı ortadan kaldıracaktır. Birilerinin rüzgârına eklemlendiğimizi, işaret etmiş olacaktır. Bizleri araçsallaştırılmaya, müsait hâle getirecektir.

Cezaevinde olan insanlar açısından bakıldığında, ben de uzun yıllardır içeride olan birisi olarak şöyle tanımlama yapılmasını doğru buluyor, bunu teklif ediyorum: Bu insanların her türlü eylemlilikleri doğrusuyla-yanlışıyla, haklılıkları-haksızlıklarıyla, varsa sapma ve sapkınlıkları düşünsel inhiraflarıyla, her ne ise zamanının siyasal şartları altında, bir “nefsi müdafaa” olarak görülmelidir. Bu insanları ister yanlış deyin, ister doğru deyin radikalleşmeye, tepkiselliğe varsa şiddete iten, içinde yoğruldukları siyasal şartlardır, değerler dünyasına yapılan yoğun saldırılardır, hiç kimse bunları görmezden gelemez. Türkiye’nin o günlerdeki siyasal şartları ıskalandığında içerdeki insanları anlamak moda tabirle empati yapmak zorlaşacaktır. (Söylediklerim bu insanların geçmişlerine sahip çıkma ya da temize çıkarma talebi-çabası olarak okunmamalıdır. Kimsenin böyle bir beklentisi de yoktur. İçerdeki insanlar açısından kesinlikle ifade edebilirim ki El-Emin vasfına halel getirecek her türlü düşünce ve eylemlilikten bir arınma söz konusudur.)

Şimdi, bu insanların sistem içindeki siyasal kavgada en büyük hasarı alarak muhacir hayatlarda, zindanlarda yok edilişlerine şahit olmak; şahitlere bir yük yüklemektedir. Çünkü 1985-2000 arasındaki siyasal kavga artık ortadan kalkmıştır. Başka biçimlere evrilmiştir. Şiddete iten, tepkiselliğe iten sebepler ortadan kalkmıştır. Bu dönemin asli mağdurları; bugünün siyasi şartlarında geçmişte içine itildikleri-düştükleri kavganın büyük oranda mutasyona uğradığını ve geçmiş siyasal zeminin ortadan kalktığını memnuniyetle müşahede etmektedirler. Geçmişin jakoben anlayışının ortadan kalktığına şahit olmakla beraber tarihin çöplüğüne atılmış bir anlayışın zindanlara tıktığı insanların unutulması yada görmezden gelinmesi, bu insanlar için siyasal bir değerlendirme yapılması oldukça düşündürücüdür. Burada öncelikli olarak hukuki bir değerlendirmeden ziyade, siyasal bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Zindandakiler ve aileleri, asıl canları yananlardır. Onlar, sıra kendilerine gelmeden bir dönemin kapandığına aklen belki ikna olmayı isteyebilirler ama vicdanen bunu nasıl kabulleneceklerdir? 1985-2000’li yıllar arasında, sistemin üzerinden silindir gibi geçtiği kitlelerin ön saflarda duran evlatları, bu mücadelenin zekâtları olarak hâlâ zindanlardadır.

Zindanlardaki insanlar arasında, hukuki açıdan hemen bırakılmaları gereken insanlar olabilir. Ancak bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Mesele siyasi olarak değerlendirildiğinde, içerde kalacak kimsenin olmadığı, bir hakikat olarak haykırılacaktır. Bunun izdüşümü olarak yapılacak hukuki yorumlar, meseleyi çözüme kavuşturmaya niyeti olanlar açısından, bir değer taşıyacaktır.

Bu insanlar haklı ya da haksız, içine girdikleri kavganın bedelini, yıllar süren muhaceretlerle-yıllar süren esaretlerle vermişlerdir. Her ne yapmış iseler haklılığına ya da haksızlığına bakılmaksızın bedellerini misliyle ödemişlerdir. Dünün biten kavgasının mağdurları üzerlerine düşen bedeli ödemelerine rağmen bu kavganın asli faili olan ve bugün değiştiği söylenen (gözlenen) devlet, hiçbir bedel ödememiştir. Şimdi üzerine düşeni yapmanın zamanı gelmiştir.

Tüm zindan ehli Müslümanların ve diğer mağdur edilen kesimlerin; özgürlükleri, hakları iade edilmelidir. Mahkemelerin bu dönemlere dair verdiği hükümler, sonuçları ile ortadan kaldırılmalıdır. Yapılacak şey yeniden yargılama değil, yasal düzenlemedir.

Yeniden yargılama yolunda atılacak bir adım, birçok insanın canını tekrar ve daha ağır bir şekilde yakacaktır. İçerdeki hiçbir mahpus yargı mekanizmasına güvenmez. Oligarşilerde kişilerin değişmesi ile yapının değişmeyeceğini yeni maskelerle eski yüzlerin örtüldüğü gerçeğini içerdeki hiçbir mahpus göz ardı etmez. Bir siyasetçinin dediği gibi pis borudan temiz su “akmaz”. Değişimin varlığı her şeyin güllük-gülistanlık olduğu anlamına gelmez ve yargı hâlâ en ağır sorunların olduğu alandır.

Yeniden yargılanma talebi, siyasetin omuzlarına binmesi gereken yükü, başkalarına yüklemek ve siyasetin ipe un sermesine yardımcı olmaktır. Bu talep doğru değildir. Talep siyasidir. Konu siyasidir. Çözüm siyasidir.”