HDP Eş Genel Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş, merak ediyorum, Türkiyeli olmak sizin için sadece bir kampanya mıdır?
Bir seçimde, bilemedin iki seçimde kullanıp atacağınız modası geçmiş bir kampanya…
Oy pastasından hisse alacağınız bir harikalar kampanyası…
Oysa bazı insanlar, siz o insanlara emanet oy diyorsunuz, gerçekten sizin geçmişe bir sünger çekeceğinizi ve gerçekten “Türkiyeli” olacağınızı düşünmüştü.
Onlara göre siz, Türkiyeli olacak ve siyasetinizi mengene gibi sıkıştırıp duran etnik temelli siyasetten arındıracak, partinizi bölge partisi olmaktan çıkaracaktınız.
Bağlama çalıp Türkiyelilik üzerinden kampanya yürütmenizin üzerinden bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçti.
Kampanya sonrasında “Türkiyeli” olmakta ısrar ettiğinizi göremedik.
10 Ağustos’ta yüzde 10 barajına yakın bir oy aldınız ve fakat sadece o kadar oy almakla da kalmadınız, aynı zamanda, seçimlerin hemen ardından Türkiyeli olma iddianızı da ayaklar altına aldınız.
Kobani olaylarını hatırlarsınız. Hatta en iyi siz hatırlarsınız. Çünkü önce söz vardı, sizin ve partinizin sözleri. Siz kabul etseniz de etmeseniz de herkes bunu böyle kabul ediyor; tarih de bunu böyle yazacak.
Daiş Kobani’yi kuşattığında, partiniz hükümete baskı kurmak için sokağa çıkma çağrısı yaptı. HDP Merkez Yürütme Kurulu adına yapılan kışkırtıcı çağrıyı bir kez daha hatırlayalım:
“Kobani’de yaşanan katliam girişimine karşı 7’den 70’e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Kobani’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz.”
Hatırlarsınız, Kurban Bayramıydı.
Çağrınıza uyup sokağa çıkanların ilk kurbanları, hem de vahşice kurbanları yoksullara kurban eti dağıtan Yasin Börü ve arkadaşları (Ahmet Dakak, Biyat Güneş, Hasan Gökguz) oldu.
Üçüncü katta linç ettiler, kurban ettiler Yasin Börü ve arkadaşlarını.
Ellerine geçen ne varsa, taş, sopa ve kesici aletlerle saldırdılar.
Yetinmediler, üçüncü kattan aşağı attılar.
Yetinmediler, zılgıtlar eşliğinde üzerlerinden arabayla geçtiler.
DAİŞ’in terörünü bahane ederek sokakları kana buladılar.
Sonuç:
2 polis şehit oldu… 31 kişi hayatını kaybetti…
221 vatandaş, 139 polis yaralandı.
Sözlerinizin rüzgârıyla yelkenlerini şişirdiğiniz terör makinesi, insanları hedef almakla yetinmedi.
Kaldırımlara, binalara, kamu çağrışımı yapan her şeye saldırdı. Okullar yeni açılmıştı. Okulları da yaktılar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’deki tehlikeye işaret etmek için “Kobani düştü düşüyor. Bir an evvel, uçuşa yasak bölge oluşturulmalı” derken, siz bu sözleri Kobani için sevinç naraları olarak aksettirmek için az çaba harcamadınız.
Söylenileni anlamadığınızı değil anlamak istemediğinizi sanıyorum.
Sizinkiler, alevleri ülke geneline yayarken, Türkiye, bölgedeki tüm unsurlara olduğu gibi Kobani’deki Kürtlere de kucak açtı. Kobani’deki 200 bin Kürt mülteci Türkiye’ye geldi bu sayede.
Şimdi başka bir tablo var önümüzde…
Farkındasınız değil mi; Kürtler bu kez Kobani’den değil hendeklerle, barikatlarla adeta bir hapishaneye çevrilen, hayatın zindan edildiği Cizre ve Silopi’den kaçıyorlar.
Sebep yine terörist saldırılar; oyun aynı, oyuncular farklı… Bu kez DAİŞ’ten değil PKK’dan kaçıyor Kürtler.
Çünkü bölge halkına öz yönetim adı altında sözde cennet vaat edip özde cehennem pazarladınız. Her fırsatta “halkımız” diye hitap ettiğiniz o insanlar, Kürtler, odununu PKK’nın taşıdığı, ateşini HDP’nin harladığı o cehennemden kaçıyor işte.
Ne açılan hendekler, ne kontakları kilitlenen araçlar, ne kapatılan yollar, ne yayılan korku, ne uygulanan baskı, ne de sıkılan kurşunlar “halkımız” dediğiniz o insanların kaçışına engel olabiliyor.
Partinizin bir milletvekilinin sosyal medya hesabından yaptığı “Bırakıp gitmeyeceksin. Terk etmeyeceksin. Bir gün dönmek istersen yüz bulamayabilirsin…” gibi tehditler de durduramıyor o halkı.
Nasıl ki gazeteci kılıklı faşistlerin tekmeleri, barikatlar, dikenli ve jiletli teller Suriyeli mültecileri Avrupa’ya göç etmekten alıkoyamamışsa, PKK’nın yaptığı engellemeler de güneydoğudaki insanların göç yolculuğunu durduramıyor.
Çünkü o halk, “halkımız” diye sahip çıktığınız o insanlar aslında hiçbir zaman sizin halkınız olmadı. Olmayacak da.
Türkiyeli olmak sizin kendiniz için ürettiğiniz bir seçim vaadi olabilir, onlar içinse zaten içselleştirdikleri bir kimlik. Bir hayat.
“Halkımız” diyerek kurduğunuz aidiyet cümleleriyle bir halk kucaklanmıyor maalesef Sayın Demirtaş. Hele ki etrafını hendeklerle çevirerek hiç kucaklanmıyor. Dünyanın hiçbir yerinde halklar etrafına hendekler kazarak kucaklanmaz, bunun adı kucaklamak değil kuşatmadır.
Siz de halkımız dediğiniz o insanları kuşatıyorsunuz. Boğuyorsunuz.
Bu yüzden kaçıyorlar. Sizden kaçıyorlar. Hapishaneye çevirdiğiniz ilçelerden, şehirlerden kaçıyorlar.
Bu arada, kuşatma demişken, DAİŞ, Kobani’yi kuşattığında sarf ettiğiniz sözleri tekrar hatırlayın. Kobani’de Kürtler kuşatılırken, Kobani’yi terk ederlerken sarf ettiğiniz o sözleri, o vurguları, o çağrıyı PKK’ya karşı da yapabilecek misiniz?
“Cizre’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar halkımızı PKK’ya karşı süresiz direnişe çağırıyoruz” diyebilecek misiniz?
Hiç sanmam.
Çünkü çok öngörülebilir bir zihniniz var.
Hep aynı çıkışı, aynı hamleyi yapan satranç oyuncusu gibisiniz. Bir sonraki hamlenizi hepimiz biliyoruz. Ne olursa olsun, PKK’ya toz kondurmayacaksınız, “Devlet yaptı” diyeceksiniz.