Osmanlı bürokrasisi, yüksek rütbeli devlet erkânı arasında rekabetin her daim yaşandığı siyasi bir arena olmuştur. Siyaseti ahlakın önüne koyan kimi muhteris bürokratlar sadece sarayın huzurunu kaçırmakla kalmamış, devletin neredeyse kusursuz işleyen yapısını, iç dinamiklerini ve toplumsal ahengi tehlikeye atmıştır. Ne yazık ki bu durum sadece sadrazamlar ya da Kubbealtı vezirleri için geçerli değildir. Aynı acımasız rekabetin ulema arasında yaşandığı da bilinen bir husus. Yapılacak en ufak bir hatayı dahi dört gözle bekleyen, üstelik yazıp çizdikleriyle döneminin önemli eserlerini telif etmiş değerli isimlerin makam-mevki söz konusu olduğunda birden nasıl değiştikleri ibret vericidir. Bunun en tipik örneklerinden birini Şeyhülislam Bahaî Efendi’nin yaşadıklarından anlamak mümkün.
Ulema arasında rekabet
Önemli medreselerde hocalık yapan, Edirne ve Mekke’de kadılık vazifesi gören IV. Mehmet devri ulemasından müverrih Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’nin hayali Şeyhülislamlık makamına oturmaktı. Bu yüzden Şeyhülislam Bahaî Efendi’yi kendisinin en büyük rakibi olarak görüyor, ona karşı saygıda kusur etmemesine rağmen arkasından iş çevirmekte bir mahsur görmüyordu. Yeniçeri ağalarıyla irtibatını daima sıkı tutan Aziz Efendi, çocuk yaşta tahta geçmiş Padişah’ın büyük annesi Kösem Valide Sultan’ın gözüne girmek için de elinden geleni yapıyordu. Amacı Bahaî Efendi’nin atacağı en ufak bir yanlış adımdan gerektiği gibi istifade etmekti.
Bahaî Efendi çeşitli bölgelerde kadılık yapmış, 1646’da Anadolu, ardından Rumeli kazaskerliğine tayin edilmiş; nihayet Şeyhülislam Hoca Abdürrahim Efendi’nin 1649 yılında azlinden sonra şeyhülislamlık makamına getirilmiş, şairliği de olan değerli bir zattı. İktidar dengelerini ellerinde tutan yeniçeri ağalarıyla arası pek iyi olmayan Bahaî Efendi sert tavırlarıyla biliniyor, makamdayken ağaların isteklerine karşılık vermiyordu. Kendisine yapılan baskılara boyun eğmeyecek, Valide Sultan’a gönderdiği iki arîza ile görevden affını isteyecek kadar da düzgün bir şahsiyete sahipti. Bahaî Efendi’nin istifası kabul edilmese de bir İngiliz tüccarın açtığı dava ardından gelen ayak oyunları hocanın görevden uzaklaştırılmasına neden oldu.
Şeyhülislam’ın sağlam duruşu
Bir İngiliz tüccarın alacağını tahsil edememesi üzerine İzmir’deki İngiliz konsolosunu dava etmesi, Şeyhülislam Bahaî Efendi’nin görevinden azledilmesine kadar gidecek gelişmelerin başlangıcı oldu. Konsolosu mahkemeye çağıran İzmir Kadısı Hâşimîzâde, meseleyi tam halledecekken hiç beklenmedik bir tepkiyle karşılaştı. İngiliz Konsolos kadıya, devletlerarası yapılan ahidnâmeye göre iki yükten fazla davalara bakmaya yetkisi olmadığını sert bir dille ifade etmiş, kimseyi dinlemeden çıkıp gitmişti. Hâşimîzâde konsolosun bu hareketini devlete yapılmış bir hakaret sayarak durumu hemen İstanbul’a, Şeyhülislam Bahaî Efendi’ye bir mektup göndererek bildirmiş, konsolosun mücadele halinde olduğumuz Venediklilere buğday sattığını da ek bir bilgi olarak ifade etmişti. Bahaî Efendi, devletini milletini düşünen bir zattı. Sadrazam Melek Ahmet Paşa’ya bu mektubu göstererek hemen İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Thomas Bendis’i durumdan haberdar edip ondan konsolosun görevinden alınması için destek istedi.
Ayak oyunları başlıyor
Sadrazam Melek Ahmet Paşa’nın Karaçelebizade Abdülaziz Efendi ile arası iyiydi. Üstelik Bahaî Efendi’nin sert ve otoriter tavırlarından o da rahatsızdı. Muhtemelen Aziz Efendi’nin de etkisiyle mektubu çok dikkate almadı, işlerinin çokluğunu bahane ederek bu davaya kendisinin bakmasını bildirdi. Sadrazamın vurdumduymazlığı karşısında sinirlenen Bahaî Efendi, bunun üzerine Galata’daki İngiliz Büyükelçisini makamına çağırdı, hadiseyi bizzat kendisi anlattı ve İzmir’deki konsolosu hemen görevden almasını istedi. Elçi küstah bir tavırla İngiliz Kralının tayin ettiği bir kimseyi görevden alamayacağını ifade edince Bahâî Efendi epeyce sinirlendi ve İngiltere’nin yapılan antlaşmaların aksine Venedik’e zahire sağladığını bununla da yetinmeyip Osmanlı düşmanlarına kalyon sattığını yüzüne vurarak elçinin konağında hapsedilmesini emretti.
Balyos Müftüsü
Büyükelçi Thomas Bendis, bir şekilde ocak ağalarına kendi durumuyla ilgili haber gönderip serbest bırakılması için yardım isteyince yeniçeri ağaları, Müderris Altıparmak İbrahim Çelebi’yi Bahaî Efendi’ye gönderip İngiltere ile daha büyük bir sorun yaşamamak adına elçinin affedilmesini rica ettiler. Ancak devletin ve milletin haysiyetini ayaklar altına alan bu adamlara haddini bildirmek gerek diyen Şeyhülislam kararından vazgeçmedi. Zaten oldum olası Bahaî Efendi ile iyi geçinemeyen yeniçeri ağaları da hiç vakit kaybetmeden, görevinden alınması talebiyle kendisini saraya şikâyet etti. Saray önce karşı çıksa da ağaların direnmesi üzerine Bahaî Efendi azledildi ve yerine yıllardır bu anı dört gözle bekleyen Rumeli Kazaskeri Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi şeyhülislâmlığa getirildi.
Bahaî Efendi, devletin haysiyetini muhafaza etmek isterken azledilmenin verdiği kırgınlıkla Anadoluhisarı’ndaki yalısına çekildi, bir süre sonra da Midilli’ye gönderildi. Hayatının sonuna kadar Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’yi “Balyos Müftüsü” şeklinde andı ve 1654 yılında boğmaca hastalığından Hakk’ın rahmetine kavuştu. Bu hadiseyle devlet, ulema sınıfına mensup değerli bir şahsiyetinden daha mahrum kaldı. Bahaî Efendi’nin kabri Fatih Camii’nin Darüşşafaka Caddesine açılan kapısı civarındadır.