Sinema, kitap kadar olmasa da her zaman hayatımda önemli bir yer tutan bir okuma yolu. 1990’larda İran sinemasını Müslümanların sinema çalışma imkânlarını anlamak açısından incelerken, bu alanda zihnimde mevcut soruların bir kısmına cevap verme fırsatını buldum. Bazı sorulara ise galiba ancak sinema pratiği yoluyla cevap bulabiliriz. Kısmi bağlamlarda üretilmiş teorilerin yetersiz kaldığı yerde uygulama, cevaplarını kendisi vermeye mecbur kalıyor.
Klee’nin “sanatta eksik olan halktır” mealinde bir cümlesi var. Ayşe Şasa Türk sinemasının ancak bu eksiğin farkıyla sahih bir muhteva kazanabildiğini şöyle anlatmıştı: “Kendi sorunlarımızı çok sene sonra fark ettik; ‘epik’, ‘lirik’ gibi. Biz ne zaman Köroğlu, Battal Gazi gibi konuları perdeye taşımaya başlasak farkında olmadan izleyicinin rahatladığını görüyorduk. Böylelikle önümüz ve yolumuz açılıyordu.”
Halkın beğenisi, halk irfanının sahih cevaplar sunma yeteneğiyle ilgili kuşkusuz. Aksi takdirde sinemamız ilk modelin programlarının uydusu olarak sönük bir hüviyetle kendini sınırlamaya mahkûm olurdu. Sahip olduğu değerlerin ve birikimlerin kıymetini bilmeyen bir sinemanın yeni bir dalga halinde oluşma şansı bulması beklenemez tabii. Bununla birlikte sahihlik arayışı sürekli bir çaba gerektiriyor, tıpkı düşünce özgürlüğü için olduğu gibi. Sinema ortak bir kabulle hayatımıza yerleşirken yeni bir muaşeret için de muteber bir kaynağa dönüşüyor. Gerek kamusal gerekse özel hayatlarımızın çeşitli muamelelerinde sinema atıfları giderek daha ağırlıklı bir yer tutmaya başladı.
Sinema kuşkusuz bir imkânlar sanatı. Dijital teknoloji, özellikle kısa film alanında kıt imkânlarla çalışan yönetmenlere bir nefes alma şansı sağlıyor. Her şeye rağmen sunumu ve tanıtımıyla büyük prodüksiyonlar, genç yeteneklerin çalışmalarını geliştirmelerine izin vermeyen bir baskı oluşturuyor. Dolayısıyla para ödüllü yarışmalar genç sinemacılar için faaliyet alanlarını açan bir eşik anlamına gelebilir. Gerçi tersi de olabilir: Yarışmalar genç yeteneği kendi hikayelerini geliştirecek yerde bir jürinin eğilimlerine veya dönemin yükselen temalarına yoğunlaşan filmler yapmaya sevk edebilir.
Jürisinde yer aldığım yarışmalar için izlediğim filmler, dolaşımda bulunan imgeler ve temalar yerine kendi gündemi üzerinden çalışmayı sürdüren yönetmenlerin daha başarılı olduğu izlenimini uyandırıyor bende. Şimdilerde birçok yarışmada öne çıkan konu mültecilik. Bu alanda yarışmalara belgesel veya kurmaca, sayısız film geliyor. Ancak bu filmler arasında başarılı, özgün ve sarsıcı olanlar parmakla sayılıyor.
Kuşkusuz sinema tecrübe birikimiyle gelişiyor, bu açıdan teşvik edici yarışmalar önemli. Çekmeköy Belediyesi’nin düzenlediği, Hz. Peygamber’in örnek yaşantısının erdemlerini “merhamet ve adalet” özelinde hatırlamayı amaçlayan Uluslararası Kısa Film Yarışması’nda ön seçici kurul üyesiydim. Yarışmaya altı yüze yakın film katıldı. Doğrusu ya kendi listem için yirmi film seçerken zorlandım. Çok iyi filmler vardı. Ağırlık kazanan konu mültecilikti. Mülteci konulu filmlerin yanı sıra kadına şiddeti, aile bağlarının önemini, adet ve ananelerin kadın olsun erkek olsun insanların hayatını ipotek altına alan sağırlığını ve engellilerin hayat mücadelesini konu alan başarılı filmler izledim. Tabii böyle bir yarışmanın asıl hedefi, sinema tutkunu gençleri ve her yaşta insanı bakış açısı konusunda yüreklendirmek. Ancak listelerimize giren filmler arasında bulunmamasının bir filmin kötü veya değersiz olduğu şeklinde anlaşılmaması gerekir. Genç yönetmenler seçici kurulların beğenilerini bir başarı ölçüsü olarak görmemeli kesinlikle. Her şeyden önce tema açısından bakmakla mükelleftik.
Çekmeköy Belediyesi’nin sinemaya gösterdiği ilgi elbet mutluluk verici. Ancak belediyelerin kültür ve sanat programlarını tarifinde kültür ve sanat kolaylıkla göz ardı edilen bir yere sahip olabilirmiş. Pazar gecesi yapılan ödül töreni sırasında üzüntüyle şahit oldum buna.
Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde gerçekleşen ödül töreni gerçekten çok özensiz ve “kültür sanat” içeriğinden yoksunlaştırılarak hazırlanmıştı. Balkonlardaki partili gençlerin siyasal içerikli tezahuratları ise konuşması sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı rahatsız edecek boyutlara ulaştı. Bir sinema yarışması ödül töreni bu şekilde tasarlanmamalıydı. Kaldı ki Cumhurbaşkanı konuşmasında sıklıkla kültürel zaafların üstesinden gelinmesi ihtiyacı ve medeniyet değerlerine atıfta bulundu. Cumhurbaşkanı’nın programda konuşmasının akışı etkilediği söylendi daha sonra. Oysa programın amacı da belliydi ve akışa buna göre bir içerik kazandırılabilir, böylelikle emek vermiş sanatçılar kürsüye davet edilebilirdi.
Konuşmaların siyasilerce gerçekleştirildiği bir sinema ödül töreninde ne yazık ki sinema siyasetin gölgesinde kaldı. Kültür sanat adamları, söz haklarının muteber sayılmadığı bir siyasal organizasyonda araçsallaştırıldıklarını düşünmeden edemediler. Bir film yarışması ödül töreninde yapılan dört konuşma içinde tek bir sinemacıya olsun söz verilmez mi? Programda onursal başkan Mecid Mecidi olsun, yarışma başkanı Faysal Soysal olsun, tek cümle sarf edemediler. Osman Sınav’dan tek cümle duyamadık.
Temalarımız “merhamet ve adalet”ti. Ancak elbet Müslüman nezaket sahibi de olmalı. AK Partili gençler bir kültür programını siyasal tezahurat fırsatı olarak değerlendirmelerinin yakışıksız olduğunu fark edebilmeli…
Dolayısıyla, belediyelerin de onca emeğe ve masrafa mal olan ve elbet halkın kesesinden gerçekleşen kültürel programları düzenlerken daha titiz olmaları, kendi eğilim ve hedeflerini merkeze yerleştirmekten kaçınmaları gerekiyor. Aksi takdirde “kültürel iktidar” üzerinden sürdürülen sorgulamayla amaçlanan “yeni kültür” bu platformlarda sadece sanal bir söylemden, nihai planda da kültürel sefaletten ibaret kalabilir.
Dostlar alış verişte görsün mantığı, popülizmin slikon gibi bütün boşlukları dolduracak şekilde kullanılması, kültürel bir atmosferi stadyum misali bastıran sesler zahiren bir kültürel alan hegemonyası oluşturulabilir, ancak dönemin ihtiyaç duyduğu yeni kültür ve sanat dalgaları için kapılar pencereler açmaz.