Sevgili Oblomov. Size “bay”, “saygıdeğer” ya da “muhterem” diye hitap ederek de başlayabilirdim. Ama yirmi beş yıl boyunca pek çok işi mecburen yapmış ve bulduğu ilk fırsatta kendini tembelliğin kollarına bırakmış birisinin, araya mesafeli bir çizgi çekecek hitaplar kullanmasını siz de istemezdiniz herhalde. Yine de, samimiyetimin tarafınızdan aşırı bulunma ihtimaline karşı, birkaç yararsız açıklama yapmayı gerekli görüyorum. Her insanda bir parça Oblomovluk vardır ve zaman zaman kendilerini miskinliğin evine atmak isterler. Doğrusu bu onların hayatlarını pek de etkilemez. Oysa ben derinlerde bir Oblomov olduğumu bildiğim halde, sürekli insan içine çıkmak, bu vaziyete katlanmak ve çektiğim eziyeti kimseye hissettirmemek zorunda kaldım. Özellikle yirmili ve otuzlu yaşlarımın nasıl bir meşakkatle geçtiğini tarif edemem. Hem ben sizin gibi şanslı değildim; atalarımdan kalan toprakların akarı çok erken bitti, bir kürke sarılıp otursaydım, bu kazançsız asalet yüzünden sadece alay konusu olabilirdim. Ben de böyle bir alaya muhatap olmaktansa her gün cennetten cehenneme çıkar gibi çıktım evden. Siz o sıralar, yatağınıza uzanmış, hizmetçiniz Zahar’a bir şeyler emretmekteydiniz…
Hizmetçiniz Zahar’ın hem efendisine karşı açık sözlülüğü hem de size gönülden bağlılığı üzerine de pek çok kez düşündüm. Onu, işim var Zahar, yazmam gereken mektuplar var diyerek huzurunuzdan gönderdiğinizde, o da dönüp masadaki sararmış kâğıtlara, örümcek bağlamış okkaya bakıyor ve neredeyse şu hep ertelediğiniz işten ötürü sizi azarlıyordu. Ama aşağıda, kapı önünde, bir başka beyin hizmetçisiyle konuşurken onun tarafından nasıl övülmüş olduğunuzu duymanızı çok isterdim. Zahar’a göre efendisinin asaleti başka herhangi bir efendiyle kıyaslanamazdı. Yukarıda tembelliğe emanet ettiği adam, aşağıda dünyanın en çalışkan, en maharetli insanı olup çıkıyordu. Ama unutmayalım Sevgili Oblomov, siz Zahar için sadece iyi kalpli ve fazlasıyla tembel bir bey değil, aynı zamanda bir kurumdunuz da. Yüzünü Batı’ya dönmüş, heyecanlı, artık hareket arzulayan bir ülkede durgun mevsimleri, yavaş yavaş olgunlaşan başakları, güneşin altında serilip toplanan hasatları temsil ediyordunuz. Zahar sizin dünyanıza aitti, Olga ve Stoltz’unkine değil. Tek hüviyeti sizdiniz, efendisiz kaldığında kaybolup giderdi…
Olga’yı da çok düşündüm Sevgili Oblomov. Sadece düşünmedim, hayal etmeye de çalıştım; sarı dalgalı saçlar, capcanlı iki göz. Sürekli mutlu olacak bir şeyler bulan bu hareketli kız, topraklarının gelirleri yıldan yıla azalmış ve tembelliği yüzünden eklem yerleri kireçlenmeye başlamış bir adamda ne buldu acaba. Bu arada kurnaz kâhyanız, her hasat zamanı size göndermesi gereken gelirlerin bir kısmını kendine ayırmayı ihmal etmiyordu. Beylik böyledir işte, bir kâhyayla kantar hesabı yapamazdınız ve belki de Olga bu yanınızı seviyordu. Ama kadınlar asla sevmekle yetinmezler Sevgili Oblomov, bazı yanlarınızın değişmesini bazı yanlarınızın da hep aynı kalmasını arzularlar. O da bu temiz yürekli, şefkatli, dürüst ve zeki adamın yerinde kalmasını, ama şu tembelin de yerinden kıpırdamasını istiyordu. Hakkını yemeyelim, sevecenliğini esirgemeden, sabırla bir hareket bekledi sizden. Oysa siz, soğuk Petersburg kışında, bir yandan Neva nehrine bakıyor öte yandan biraz daha kürkünüzün içine sokularak kişisel tarihinizin en çetin sorusuna cevap arıyordunuz: Olga mı, şurada şekerleme yapmak mı? Ve Olga Stoltz’a, siz kendinize döndünüz; tercihiniz doğruydu!..
İnsanlar sevgili Oblomov, neredeyse yüz elli yıldır, şu “eyleme geçmeme” halinizi yargılayıp duruyor. Ve ben şu anda, İstanbul’un semtlerinden birinde, bir güz günü oturmuş kâh kendimdeki sizi sorguluyor kâh sizdeki kendimi tanımaya çalışıyorum. Kadınların heveslerine yelken olacak bir bez yok bizde; uzaktaki topraklarımızın hiçbir hükmü kalmamış; en yakınımızdakiler bile görünmeyen bir zırhın içinde yaşadığımızı düşünüyor; hayata ucuz bir sirk gözüyle bakıyoruz; güzergâhımızın dışına çıkmak ağır bir yük gibi geliyor ve ne tuhaf, odamıza çekilince sürekli yapmamız gereken mühim işlerimiz olduğunu düşünüyoruz; her gün, her hafta, her ay düşünüyoruz bunu. Odamız dışında gerçek bir ülkemiz, masamız dışında ciddiye alabileceğimiz bir iş sahamız yok. Ama birkaç cümleyle de olsa, kendimizi ödüllendirmemiz gerekmiyor mu? Kendimize seçtiğimiz bu ıssızlığın için doldurmaktaki maharetimiz az şey mi mesela; mesela bütün dünya değişirken şahsi alışkanlıklarımızdan kurduğumuz barikat da bir devrimcilik sayılamaz mı? Hepsinden önemlisi, kimse tarafından aldatılamayan ve hadiselerin yorgunluğuna katlanmaktansa kendi kendini aldatmayı tercih eden bir adamın gizli geçidini kim, nasıl işgal edebilir? Siz sevgili Oblomov, insanların uzaya yolculuğa çıktığı bir çağda bile, müritleriniz vasıtasıyla dünyanın her yerinde şekerleme yapmayı sürdürüyorsunuz. Elbette sonunda tembellik kazanacak…
Sevgili Oblomov
