Osmanlı Devleti’nde sadrazamlık makamını işgal eden devlet adamları, sahip oldukları iktidarı, padişahın vekili olarak kabul edilmelerinin yanında elde ettikleri maddi servete de borçlulardı. Sadaret mevkii, muhteris idareciler için öyle bir makamdı ki akıbetin ölüm olacağı dahi bilinse kimse koltuk mücadelesinden vazgeçmezdi. Nitekim idam edilen Çandarlı Halil Paşa, Mahmut Paşa, Mesih Paşa, Pargalı İbrahim Paşa, Yemişçi Hasan Paşa, Derviş Paşa, Recep Paşa, Tarhuncu Ahmet Paşa, Abaza Mehmet Paşa gibi ismini sayamadığımız pek çok sadrazam sadece canlarından değil, biriktirdikleri muazzam servetlerinden de olmuşlardı. Devlet, müsadere dediğimiz yolla idam edilen sadrazamların mallarına el koymuştu. Müsadere, Osmanlıların ilk devirlerinde yalnız devlet malını zimmetine geçiren isyancılara karşı uygulanan bir ceza iken, 15. yüzyılın ikinci yarısından Tanzimat’ın ilanına kadar hazineye gelir sağlamak amacıyla başvurulan bir vasıta halini almıştı. Fakat bu tedbire karşılık bazı sadrazamların şahsi hazinelerini sakladıkları biliniyor. Bu durumda devlet, idam edilen sadrazamın yakınlarından gerekirse zor kullanarak gizlenen servetleri öğrenebiliyordu.
Saraydan da zengin
Bazı sadrazamların sahip olduğu servet, neredeyse sarayın hazinesi kadardı. Hatta Kanuni Sultan Süleyman’ın veziriazamı Makbul İbrahim Paşa ile Üçüncü Ahmet’in veziriazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın hazinelerinin miktar olarak saray hazinesini geçtiği söyleniyordu. Aynı şekilde Mesih Paşa’nın Mısır’da elde ettiği altın ve diğer kıymetli taşlardan oluşan hazinesi dillere destandı. Elbette bu servetler sadece yalnız para veya kıymetli taşlardan oluşmuyordu. Altın levhalar üzerine elmasla işlenmiş Kuranı Kerimler, kabzaları değerli taşlarla tezyin edilmiş kılıç ve hançerler, altınla karıştırılmış çelikten yapılan miğfer ve zırhlar, değerli taşlarla süslü eğerler, nadide kumaş ve kadifeler, elmas kakmalarla çevrili tabanca ve tüfekler, altın ve gümüş yemek takımları, yine altından şamdanlar ve buna benzer eşyalar sadrazamların servetlerinde bulunan paha biçilmez diğer hazinelerdi. Pargalı İbrahim Paşa’nın Mısır’dan İstanbul’a dönüşünde padişaha hediye olarak sunduğu som altından işlemeli taht, ancak büyük bir servet sahibinin imkânlarıyla yapılabilecek bir jestti. İbşir Paşa’nın daha sadrazam olmadan kazandığı serveti İstanbul’a yüz yetmiş katırın taşıdığını, I. Mahmut’un sadrazamı Gürcü İsmail Paşa’nın hazinesinin ise milyonlarca altına karşılık geldiğini devrin kaynaklarından öğreniyoruz. Sultan II. Abdülhamit’in sadrazamı Said Paşa da ciddi miktarda bir servete sahipti. Bankalardaki parasının dışında kendisine ait birçok emlakin olduğu biliniyor.
Sadrazam, vezir ve diğer yüksek rütbeli memurların maaşları Fatih Kanunnamesinde ayrı ayrı belirtilmişti. Buna göre sadrazamların yıllık geliri bir milyon iki yüz bin akçe idi. Bu miktarın zaman zaman azalıp arttığı oluyordu. Nitekim Pargalı İbrahim Paşa’nın maaşı Sultan Süleyman tarafından bir buçuk kat arttırılmıştı. Sadrazamların maaş dışında başka gelirleri de vardı. Padişaha gelen hediyelerden veya haraçlardan vezir ve veziriazamlara hisse verilirdi. Ayrıca sadrazamlar üst makamlara yaptıkları tayinlerden de “caize” adıyla ciddi miktarlarda para almaktaydı (Bir makama tayin edilen kişilerin veziriazama ödedikleri paralar resmi defterlere kaydedilir, gizli alınıp verilmezdi). Bazı vergi gelirlerinden payları olan sadrazamlara sefere çıkmadan evvel padişah tarafından motive amaçlı kıymetli kürkler ve hançerler hediye edildiği de vakiydi. Şunu da unutmamak gerek sadrazamların masrafları çoktu. Sadece konak harcamaları bile yüksek bir yekûn tutmaktaydı. Makam ve mevkiin getirdiği harcamalar israfla da birleşince bazı sadrazamların vefatından sonra aile efradına hiçbir şeyin intikal etmediği görülüyor.
Rüstem Paşa’nın serveti
Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan ile evlenen Rüstem Paşa’nın sadrazam olmadan evvel biriktirdiği serveti, makama geldikten sonra muazzam bir seviyeye ulaşmıştı. Paşa vefat ettiğinde geriye 12 milyon altın, 1700 köle, 2900 savaş atı, 185 katar devesi, 780 bin hasene altın, Anadolu ve Rumeli’de 815 çiftlik, 76 su değirmeni, 5 bin ciltten fazla kitap ve pek çok değerli eşya bırakmıştı. “Yemen fatihi” olarak bilinen Sadrazam Koca Sinan Paşa’nın ise çıktığı seferlerden çok büyük servet edindiğini Tarihçi Selânikî ifade ediyor. Ulema ve asker çevresine kıymetli hediye veya mevkiler vermek suretiyle iktidarını güçlendiren Sinan Paşa’nın vefatından sonra geriye 600 bin düka, 2 milyonun üzerinde akçe, yirmi küçük sandık dolusu elmas, inci ve değerli eşyalardan oluşan mücevherat, 600 samur 600 vaşak kürk, bin parçanın üzerinde ipekli ve sırmalı kumaş bırakmıştı. Lakin devlet paşanın iç ve dış hazineye olan borcundan dolayı tüm mal varlığına el koymuştu. Muazzam serveti olan sadrazamlardan biri de Nasuh Paşaydı. Nasuh Paşa Diyarbakır Valisi iken Padişaha bir ariza takdim ederek sadrazam Kuyucu Murat Paşa’nın azledilip kendisinin bu makama getirilmesi karşılığında İran’a düzenlenecek seferin tüm masraflarını karşılamayı ayrıca saraya 40 bin altın vereceğini taahhüt etmişti. Lakin paşanın bu isteği reddedildiğini biliyoruz. Daha sadrazam olmadan önemli bir hazineye sahip olan Nasuh Paşa idam edildiğinde geriye 1 milyon duka altını, altın ve gümüş işlemeli 1018 kılıç, İran ve Mısır halıları, ipek ve kadife kumaşlar, çoğu değerli 1.100 binek atı, 40 çift altın üzengi, 1.800 deve, 4.000 yük beygiri, 6.000 sığır, 5000 koyun, muhtelif yerlerde çiftlikler, saray ve konaklar ve 1000 kişiden oluşan maiyeti kalmıştı. Tüm bu mal varlığı Sultan I. Ahmet tarafından müsadere edildi.
Osmanlı sadrazamları içerisinde elbette kanaatkâr davrananlar olduğu gibi servet peşinde koşanlar da vardı. Tarihçilerin, yetenek ve zekâ konusunda her türlü tartışmadan vareste olan, siyasi yaşamları boyunca şeriat dairesi içerisinde kalmaya dikkat eden bazı üst düzey bürokratların bu kadar büyük hazinelere sahip olmasını sağlayan sistemi –ya da düzeni- tam olarak aydınlatabilmesi günümüzü anlayabilmek açısından da önem arz etmekte.