“Tüm bunlar yaşanırken dünyanın öteki ucundan bir teröristin çok kanlı bir saldırıyı ile naklen yayın yaparak Ayasofya’yı neden gündemimize soktuğunu bir düşünün bakalım” diyerek bitirmiştik geçen hafta yazımızı.
Birlikte düşünelim.
Öncelikle Ayasofya’nın bulunduğu şehir İstanbul’da, geçtiğimiz hafta yapılan belediye seçimlerinde çeyrek asır sonra iktidar ile muhalefetin gücü eşitlendi. Bu, iki partinin denkliği olmasa da iki ittifakın denkliği olarak okunmalı.
Yeni Zelanda’da camiye saldıran teröristin mesajı üzerine Ayasofya’nın açılmasını isteyenlere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk mesajı “biz bu oyunlara gelmeyiz” idi. Hatta cami isteyenlere Sultanahmet ve İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine inşa edilen Çamlıca camisini adres göstermiş, önce buraları doldurmalarını istemişti.
Muhtemeldir ki, gecikmiş Shemitah (şemita) ekonomik krizini patlatarak Trump’ın kucağına bırakmakla tehdit eden Netanyahu, önce Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ettirmiş, ardından kendince işgal altında tuttuğu Golan tepelerini kendine ciro ettirmiştir. Her ikisine de direnerek dünyayı ayağa kaldırıp İsrail’i uluslararası arena da yalnız bırakan Türkiye’ye aynı duruma düşürecek bir tuzağı İsrail’in kurmak istemesi normaldir.
Soru şu: Türkiye Ayasofya’yı açarak Hristiyan dünyasının şimşeklerini üzerine çekseydi aynı sıralarda İsrail Kudüs’te ne yapacaktı?
7 tepeli İstanbul’un Ayasofya camisinden 7 tepeli Kudüs’ün Mescid’i Âksâ’sına giden yol bir semboldür. Ve bu yolu iyi anlamak gerekmektedir. (2016 yılında konuyla alakalı “Shemitah teorisi ve sihirli numara 7” başlıklı internetten rahatlıkla bulunabilecek oldukça detaylı bir yazı yazmıştık)
Mahallî seçimler sonrasında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “sürecin sona erdirilmesinin, İstanbul’un ve ülkemizin yararına olacağının bilinmesini istiyorum” derken CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu da, düzenlediği bir basın toplantısında, ” İstanbul halkını tehlikeli bir biçimde bu sürece dâhil etmeye çalışıyor olabilirler. Kötü cümlelerle, yaratılmak istenen algılarla hatta işin içine bir kısım terör örgütlerini katarak vs. vs. yapabilirler” demiştir.
Hazır terörden konu açılmışken; Kudüs’te İslam sancağını dalgalandıran Osmanlı Devletine, Golan tepeleri mevzusu ile zaman ayarlı saldırı bakın nereden ve nasıl geliyordu.
Ukaz: Şerrin merkezi
Siyer-i Nebi okuyanlar Ukaz kelimesine yabancı değildir. Şimdi ise onun bir devamı ile karşı karşıyayız. Uzun süredir Türkiye’ye karşı asparagas haberlerle öne çıkan Suudi Arabistan’ın Ukaz gazetesi, son günlerdeki ABD’nin “Golan Tepeleri” kararını tanımasından sonra yazarlarından Hani ez-Zahiri’nin kaleme aldığı “DEAŞ’ın ilk devleti 1299-1923” başlıklı iftiralarla dolu bir makaleyi yayımlayarak, Osmanlı’yı sömürgecilikle suçlamaya çalıştı.
28 Mart 2019 tarihli iğrenç makalede “Daha önceki makalelerimde sürekli Ebubekir el-Bağdadi’nin devletinden, DEAŞ’ın ikinci devleti diye bahsettim. Çünkü DEAŞ’tan önce kuruluşu, suçları, katliamları ve hatta yıkılışından sonra askerlerini tıpkı fareler gibi Arap dünyasından çekme aşamalarından geçen bir devlet vardı. O da kendini sahte bir şekilde Osmanlı Devleti olarak tanıtan ancak gerçekte DEAŞ’ın birinci devleti idi” diye yazıldı.
Ama durun daha bitmedi, bu işler uluslararası alanda çok yönlü yürütülür.
‘İçerideki Düşman’a dikkat
Avustralyalı teröristin Yeni Zelanda’da cebinde “Türklere” diye bir manifesto ile katliam yapmasından 3 gün sonra yani Çanakkale zaferinin yıldönümü olan 18 Mart’ta Amerika’da “Enemy within” (İçerideki Düşman) dizisi gösterime girer. Dizide Bilkent mezunu “Serhan Aksoy” isimli bir “Türk terörist” saldırı düzenlemek için Amerika’ya gelmektedir.
Bu soyu AK teröristimizin eli çok kanlıdır. İncirlik üssünü bombalayıp 19 ana kuzusu mâsum Amerikalıyı öldüren HKP terör örgütü üyesidir.
Yanlış anlama olmasın, AKP değil HKP.
Zaten İngilizce söylenirken fonetik olarak H harfi A harfi gibi çıkıyor, sakın ola karıştırmayın.
Kurtlar Vadisi bitti biteli…
Oldukça güzel anti Amerikan mesajlar veren Kurtlar Vadisi filmlerimiz bitti biteli Amerikan yazılı ve görsel medyasında Türkiye’yi karalayan külliyat yeniden artmaktadır.
Geçtiğimiz sene eski Amerikan başkanı Bill Clinton ve James Paterson tarafından yazılan “Başkan kayıp” (The president is missing) romanında yine bir Türk terörist olan “Suliman Cindoruk” (ama bu seferki İslamcı değil laik) durdurulamaz bir bilgisayar virüsü ile elektrik ve internet altyapılarını çökerterek Amerika’yı dize getirmektedir.
Demirel’in Süleyman’ı ve Hüsamettin’in Cindoruk’undan oluşturulmuş laik dünya görüşlü bir Türk terörist. Tesadüf müdür bilinmez, eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in sağ kolu Hüsamettin Cindoruk tam da seçimler öncesinde gündeme gelmişti:
31 Mart Yerel seçimlerine 5 gün kala eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’tan seçimlerle ilgili skandal açıklamalar geldi. Cindoruk “Bu seçim Cumhuriyetin kurucu rejimi parlamenter demokrasinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden intikam seçimidir. Türkiye’de merkez sağın bu hale gelmesinin nedeni Demirel ve Özal’ın partilerini bırakıp Cumhurbaşkanlığı koltuğuna geçmesidir” değerlendirmesinde bulundu. Cindoruk, AK Parti’nin üç büyük şehirde de kaybedeceğini söyledi.
İlginç tesadüf değil mi? Küreselci demokrat Clinton ile Cumhuriyetçi Cindoruk’un yolları farkında olmadan bir yerlerde kesişivermiş.
Devam ederek eski bir yazımızdan iktibas yapalım. 2009 yılı basımı Dale Brown‘un “Rogue Forces” (Haydut Kuvvetler) romanının konusu kısaca şöyledir:
“Yeni seçilen ABD başkanı Irak’tan askerlerini geri çekme baskısı altında iken Kürt milliyetçilerin (burayı PKK anlayın) Türkiye’ye saldırısı sonrasında Türk ordusu Irak’a girer. Yeni seçilmiş ABD başkanı ordunun olaya direk müdâhil olmasını istemediği için başında eski bir generalin bulunduğu özel bir güvenlik şirketinin paralı askerlerine başvurur. Görevleri Türk ordusunun ilerleyişini durdurmaktır.”
Şunu da not edelim, romanda geçen Türkiye Cumhurbaşkanının soyadı ‘Hırsız’dır.
Tüm bunlara şu haberi de ekleyelim:
“ABD Denizcilik Enstitüsü tarafından ABD Donanması’nın Ege ve Akdeniz’de Türkiye ile savaş senaryosunu anlatan kitap basıldı. Gerçek coğrafi koordinatların ve haritaların kullanıldığı savaş senaryosu ülke tarihindeki en büyük mücadelelerden biri olarak tanımlanıyor.” (30 Mart 2019)
Anlayacağınız son günlerde elimizde romanlar, diziler, askeri strateji kitapları derken yeniden sağlam bir külliyat oluşmuş, Suriye’nin kuzeyine yapılan tırlar dolusu askeri sevkiyatla da bu durum Amerikan ordusu tarafından taçlandırılmıştır.
Savunma dansları
Diğer taraftan Amerika ile S400 füze sistemleri ve F35 savaş uçağı dansımız sürmekteyken Başkan yardımcısı Pence “Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alması NATO’ya ve ittifakın gücüne karşı büyük bir tehlike teşkil ediyor” diyerek Türk donanması ile savaşın beyin jimnastiğini yapanların karın ağrılarını açıkça göstermektedir. Ama her şey o kadar da “kötü değildir!”
Trump’ın eski başdanışmanı Steve Bannon küreselci karşıtı Avrupa sağını organize etmeye çalışırken, Fransa eski Cumhurbaşkanı Hollande “aşırı sağ bir gün Fransa’da iktidara gelecek” diye uyarırken, Suud medyası Osmanlı devletini DAEŞ’in kökü ilan ederken küreselcilerin dergisi Foreign Policy‘de bir makale yayınlanır.
Arap rejimlerinin Avrupa’da İslam karşıtlığını körükleyen düşünce kuruluşlarına ve lobilere milyonlarca dolar para aktardığı ifşa edilmektedir bu makalede.
Zavallıların amacı ne mi dersiniz?
“Aşırıcı Müslümanlardan biz de çok çektiğimiz için böyle baskıcıyız” diyerek kirli rejimlerine meşruiyet kazanmak. Bakalım o sahte meşruiyet rejimlerini ayakta tutabilecek mi?