17 Şubat Cumartesi günü, “Dava Şehidlerini Anma Programı” vesilesiyle İzmir Kemalpaşa Belediyesi’nin misafiri olduk. Havaalanından Kemalpaşa Belediye merkez binasına gittik. Buraya giderken, çevredeki çınar ağaçları dikkatimi çekti. Sanırım en az 200-300 yıllık ağaçlardı. Bu vesileyle Sayın Başkanımızdan bir isteğim olacak. Uzman getirterek bu ağaçların yaşlarını tespit ettirip, koruma altına aldırsın. Belediye binası da tarihi bir konak izlenimi verdi bana. Binaya girdik, daha çaylarımız gelmeden Prof. Dr. Mehmet Çelik Hocam teşrif ettiler. Meğer daha önce gelmiş. Mehmet Hocamla tanıştık. Kendisini televizyon programlarından tanıyordum. Mehmet Hoca çok hoşsohbet ve açık sözlü birisi. Rabbim, hayırlı uzun ömür versin ve emeklerini bereketlendirsin.
Daha sonra Huder Genel Başkanı Avukat Hüseyin Kaya ve TV programcısı Zeynep Bayramoğlu ile tanıştık. Belediye Başkanı Arif Uğurlu Bey, İzmir İl Başkanlığı seçimi münasebetiyle il teşkilatında olduğu için akşam program başlayacağı sırada tanıştık. Kültür Müdürü Nihat Çamur Bey’le tanışırken “Hocam ben sizi Selam Gazetesi’ndeki yazılarınızdan, gıyaben tanıyorum. Biz Selam Gazetesiyle yetiştik. Üniversitede okurken, Pazartesi günlerini iple çekerdik. Çankaya’da İnsan dergisi Yayınları Musab Ağabey’den Selam Gazetesini almadan okula gitmezdik.” demesiyle… Selam Gazetesinde çektiğimiz çilelerin bereketlendiğini işitmekten dolayı içimden Rabbime hamdettim.
Akşam, program başlamadan önce resim sergisini şöyle bir gezdim. Kemalpaşa Belediyesi, Şehidler Haftası münasebetiyle 15 Temmuz temalı resim, şiir ve Kompozisyon yarışması düzenlenmiş. Dereceye girenlere, programdan sonra ödüllerin verileceğini öğrendim.
Akşam namazını kıldıktan sonra salona geçtik. 600 kişilik bir salon dolmuş, ayakta olanlar da vardı. Program başladığında aralar da tamamen ayakta izleyicilerle dolmuştu.
Programda yaptığım konuşmadan pasajlar şöyle:
15 Temmuz ve şehidlik kavramını anlamaya ve anlatmaya başlamadan önce size dedemden bahsetmek istiyorum. Benim adını aldığım Mehmet Ali dedem, Birinci Dünya Savaşı’nda gazi olmuş. Bugünkü Irak veya Yemen cephesinde savaşmış, yaralanmış ve İngilizler tarafından esir alınmış. Esir kampında bulunan mescidin imamlığını yapmış. Amcam Durmuş Ali Tekin, askerliğini Muğla’nın Milas ilçesinde yapmış. Askerlikten sonra da Milas’a yerleşip orada evlenmiş. Dedemin esaret döneminde İngilizler tarafından çekilmiş resmini 1948 yılında İstanbul’da, karakalem rötuşlatmış. Evlendikten sonra bu resmi evine asmış. Evledikten birkaç gün sonra kaimpederi evine ziyarete gelir ve duvarda asılı resmi görünce: “Bu kim?” diye sorar. Amcam: Bu benim babam, diye cevap verir. Kaimpederi şöyle der: Biz İngilizlerde esir iken mescidimiz vardı. Bu bizim mescidimizin İmamı Mehmet Ali Hoca… Biz kamptan dışarı çıkamazdık. İngilizler Mehmet Ali Hoca’ya güvenirlerdi, şehre gitmesine izin verirlerdi. Şehre gider gezer ve geri gelirdi.
Bakara Suresi 154. Ayeti Kerime meali: “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler. Ama siz bilemezsiniz.” Şehidlerin diriliğine bir delil de bu program. Şehidler bizi bu programda bir araya getirdiler ve Allah yolunda mücadeleyi konuşuyoruz. Biraz evvel yavrularımızın okuduğu Yasin Suresi’nin son ayetlerinden birisi, “İnnema Emruhu iza erade şeyen enyegule lehu kûn feyekûn”… Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman. Ona sadece ‘Ol’ der ve o hemen oluverir.
Laik Kemalistler, laikliği dinsizlik olarak algıladılar ve halkımızı İslam’dan ayırmak için gayret gösterdiler. Dedelerimize ve nenelerimize Kur’an okumayı yasakladılar. Ezanın orijinal okuyuşunu yasaklayıp, “Allahu Ekber Allahu Ekber” yerine “Tanrı uludur Tanrı uludur” diye okuttular yıllarca. Kuran okuyanları ve öğretenleri tutuklayıp eziyet ettiler, hapsettiler. Kuran’ı ve İslam’ı bu memleketten silmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ama silemediler… Hiç Kuran okumayan, okumasını bilmeyen gençler, kadınlar ve yaşlılar… 15 Temmuz’da dinini, imanını, vatanını, milletini, bayrağını korumak için kâfirlerin, Batı uşağı hainlerin düzenlediği darbe girişiminde tankların önüne yattılar. Caddeleri, meydanları doldurdular, Boğaz Köprüsü’nde destanlar yazdılar…
Rabbimiz mukallib el-kulub’dür. Allah kalpleri değiştirendir. Eğer siz layık olursanız, sizin kalbinizden korkuyu alır, düşmanınızın kalbine salar. Eğer siz lâyık olursanız, en son teknolojik silahlar tanklar, toplar, uçaklar size tesir etmez, korku vermez.
Rabbimiz ayette buyuruyor: Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar. Yani eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah sizin kalbinizden korkuyu alır, düşmanınızın kalbine salar ve sizi hiçbir silah korkutamaz.
İşte 15 Temmuz’da bu oldu. Rabbim kalpleri değiştirdi. Kalplerden korkuyu aldı. Asla bir araya gelmesi mümkün olmayan kimseler birlikte, tankların önüne silahsız çıktılar. Silahsız elleriyle tankları durdurdular. Gökten bomba yağdıran uçaklara karşı caddeleri, meydanları boş bırakmadılar.
Gerçek dava adamı nasıl olmalı?
Kuran’ı iyi anlayan ve anladığını yaşayan kimse gerçek dava adamı olur.
Kur’an ve İslam bizden ne istiyor? Rabbimizin emirlerine itaat. Peygamber efendimiz bir hadisinde buyurmaktadır: Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Bu hadisi hayatımızda uygulayacak olursak gerçek dava adamı olmuş oluruz. Gerçek dava adamı, kendisi için değil milleti için yaşar.
Size ve bize çok büyük görevler düşmekte… Biz bütün dünya Müslümanlarının gözünü diktiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Biz sadece Anadolu’daki Müslümanların değil, bütün dünyadaki Müslümanların ve hatta Mazlumların gözlerini diktiği kimseleriz. 1992 yılında Bosna cephesinde gazeteciyken yaşadığımı bir olayı sizlerle paylaşacağım. Alaaddin isminde bir genç milis (mücahit) vardı. Birkaç kere “Annem sizi yemeğe davet ediyor” diye evlerine davet etmişti. Uzatmayayım sonunda biz daveti “sadece kahve içmek üzere” kabul ettik. Evlerine gittik. 60-65 yaşlarında bir teyze, bir kızı, bir gelini ve bir de torunu vardı. Torunu bir buçuk aylık. Babası 2 ay önce Prozor cephesine destek birliği olarak gitti. Daha oğlunu görmedi haberi bile yok. Bunun ezanı okunmadı ezanını okur musunuz, diye sordu teyze. Ben de tabiî ki diyerek kabul ettim. Abdest aldıktan sonra sağ kulağına ezan sol kulağına da kamet getirirken; yaşlı teyze ellerini dua eder gibi açıp, hüngür hüngür ağlıyor ve bir şeyler söylüyordu. Ben görevimi yerine getirdikten sonra tercümanım Salih’e, teyze ne diyordu sordum. Salih, kadının: Ya Rabbi sana ne kadar şükretsem ne kadar hamdetsem, bana ihsan ettiğin nimetin hakkını ödeyemem. Osmanlı’nın torunu geldi, benim torunumun ezanını okudu. Ahir ömrümde bana bu mutluluğu yaşattın. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır, diye dua ettiğini söyledi.