Bir Ramazan Bayramını daha uğurladık. Hep beraber. Siz bir genel seçimleri daha uğurlamışsınız. Dünyanın ve özellikle Türkiye’nin dostlarının üzerine, seçtiklerinizi (veya tercihinizi) kabul edip başarılar dilemek, desteklemek, dua etmek düşüyor. Dost olmasa da dünyada barış, ilerleme, kalkınma, istikrar sağlamak isteyen dünya yetkilileri, demokrasiyi ve insan haklarını dilinden düşürmeyen aydınlar, bir ülkenin seçmen tercihini hoşgörüyle kabul edecek. Ve anlayacak. Destekleyecek. En azından kendi ülkesinde mülteci ve sığınmacı kriziyle karşılaşmak istemeyenler kararınıza karışmayacak, iradeniz ne olursa olsun saygıyla kabul edecekler. Silah satışıyla, süresi çıkmak üzere gıda ve ilaç satışıyla köşeyi dönmek istemeyen herkes kararınızı destekleyecek. Büyüklerimden öğrendiğim bir kural var: İnsan mesleğini ve evlenecek kişiyi seçerken, kendine göre, kendi imkân, arzu ve ihtiyaçlarına göre seçim yapıyor. Onunla yaşayan seçenidir. Biri karışmışsa, ortalığı karıştırmışsa, bela hem karışanın yönlendirmelerine göre seçim yapanın, hem de karışanın (veya ortalığı karıştıranın) başına geliyor. Dışardan biri tarafından yönlendirilerek eşini, işini, bir giyim parçasını, hatta liderini seçen kimse, kendi seçim hakkını başkasına devretmesine rağmen, seçtiğiyle ömür boyu veya bir dönem geçinmek zorunda olacağını bilmeli. Karışanların, yönlendirenlerin niyeti ne ise yönlendirdikleri kişi zor durumda kaldığında yönlendirme sorumluluğunu üstlenmiyorlar. Bunu öğrenemeyen mutsuz bir yaşama, çıplaklığa ve yalın ayaklığa, yalnızlığa mahkûm olduğuna katlanmak zorunda.
Dünya medyası 24 Haziran olası seçim sonuçlarını tartışırken öyle bir taraftar tavrını alıyor ki bu tahminler, iddialar, sloganlar, az kalsın Dünya Kupasını gölgeleyecek. Medyalar da yorumcular da bankolara dönüşmüş. Fakat bu iddialardan (bana göre helal olmayan) serveti kimin kazanacağını ve kimin kazandığını bilmiyorum. Birey olarak, Adem’in kızı olarak, Bosna’dan sıradan bir vatandaş olarak canı gönülden kararınızda canı gönülden yanınızda, Türkiye’nin, her vatandaşın yanında olduğumu söyleyebilirim. Çünkü Türkiye insanıyla, insanlığıyla, maddi ve manevi değerleriyle, tarih ve kültürüyle en dürüst, en yüksek değerleri savunanları, en doğru olanları hak ediyor.
Bizim ülkede de genel seçimler yaklaşıyor. Ekim ayında. Statüko ötesinde bir şey vadetmeyen Dayton Anayasası’na göre düzenlenmiş Seçim Kanunu, sayılı yönetim kademeleri (Ülke, iki entite, on kanton ve Allah bilir ne kadar belediye, meclisleriyle, hükümetleriyle, bakan ve yardımcılarıyla, sekreter ve şoförleriyle) Boşnaklar arasında bir siyasi uzlaşma eksikliği, Sosyal Demokrat Partisi’nden veya Demokratik Eylem Partisi’nden ayrılarak, bugün muhalif oldukları parti sayesinde dört köşeyi dönen yeni parti başkanları… Sırp ve Hırvatlar arasında ırkçı retoriğin, nefret dilinin devamı… Bunlar bir tarafa, dışardan finanse edilen sivil toplum örgütlerinin teşvikiyle ülkede her şeyi eleştiren, ümitsizliği uyandıran medya ve entelektüeller, işsizlik nedeniyle ülkeyi terk eden yeni üniversite mezunları…
Durun bakalım, bu ülkedeki kamu üniversiteleri vatandaşın vergisinden finanse ediliyor. Kamu üniversitelerine giriş sınavını başarıyla kazanan öğrenciler için eğitim ücretsizdir. Çalışanların, emekli olanların vergisinden ödeniyor. Ücretsiz okuttuğumuz gençler mezun olup belirli mesleklere talep olan Avrupa ülkelerine çalışmaya, hizmet vermeye gidiyorlar. Devlet sektöründe ise, yurtdışındaki danışmanların talebi üzerine bütçe harcamalarını azaltmak amacıyla birkaç yıldır yeni tayinler durdurulmuş. Bunun sonucu sağlık ocaklarında uzman doktorların eksikliği (emekli olanların yerine yeni genç kadrolar tayin edilmemiş), fakültelerde asistanların eksikliği… Ücretsiz ihracat. Yatırım yaptığımız gençler ülkemize, milletimize hizmet edeceklerine bu gençlere beş kuruş yatırım yapmamış Avrupa ülkelerine gidiyor. Burada kalmaya karar verip yaşayıp çalışanlara büyüklerini bırakıyorlar. Yıllardır hem emeklilik hem de sosyal sigorta kurumlarının hazinesi boşalmış, emekli olanların bu hazineye yatırdıkları para savaştan beri yok olmuş. Bugün çalışanlar ise bu sosyal sigorta ve emeklilik sigorta kurumlarının hazinesine vergilerini yatırıyor. Yarın ne olacak Allah bilir. Bugün bile ülkede büyüklerini bırakmış, gurbetten geldiklerinde büyüklerine gönderdikleri para sayesinde güzel ikram görüyorlar. Biz kalanlar yaşlı ve yalnız komşuların yalnızlıktan, çocuk hasretinden acıyla kıvranmalarına tahammül edemiyoruz. Varız. Ya bizim yanımızda, yaşlılığımızda, emekliliğimizde, bir on-on beş yıl içerisinde kim olacak? En sağlam, en güzel, en başarılı kuşak geçimini sağlamak üzere yurtdışına gidiyor.
İstatistikler korkutucu: Federasyonda en yoğun nüfusun yaşadığı Tuzla Kantonu’nda ölüm oranı doğum oranını bir kere aşmış. Saraybosna’da bu oranlar birbirine eşit. Ne artış, ne de düşüş var. Sadece göç. Dostlarımız, dost ülkelerinden yatırımcılar yatırım için uygun ortam bulmuyorlar. Bizi seveceklerine seviyorlar, fakat biz kardeş olsak da keselerimiz arasında akrabalık yok diye bir sözümüz var. Veya sevgi karşılığında sevgi, peynir karşılığında para. Anlıyorum. Evvelsi gün Sırp Entitesi’ne geri dönmüş bir Boşnak’la konuştum. Çalışmıyor. İşsiz yani. Üniversite mezunu. Savaş mağduru. Geniş ailesinden son savaşta hayatta kalmış nadir biri. Baba ocağında kalmaya kararlı. Annesine, kız kardeşlerine bakıyor. Son derece gururlu. Ne yatırımlar var orada ne de destek. İnsanın orada kalabilmesi için, yaşayabilmesi için sevgi, inat gibi manevi şeyler yetmiyor. Şimdi bu Sırp bölgesine dönenleri örnek olarak alıyorum. Birkaç sene sonra biz de bu örnek olabiliriz. Biz de yalnız kalabiliriz. Yaşayabilmek için geçinmek, geçinebilmek için çalışmak, alın teri karşılığında geçim parasını sağlamak lazım.
Yeni yapılmış, boş duran camileri düşünüyorum. Amerika’daki Boşnakların belirli Hristiyan cemaatlerden mabet olarak, mescit olarak cemaati olmayan, ayin yapılmayan kiliseleri satın aldıklarını veya kiraladıklarını düşünüyorum. Foça’daki Alaca veya Sultan Bayezid Camii cemaatsiz kalınca ne olacak? Banya Luka’daki Ferhat Paşa Camii? Müze mi, sergi salonu mu, kültür merkezi mi? Başka bir dinin mabedi mi? Bugünkü Banya Luka yarın Saraybosna olabilir. Göz göre göre gençler Avrupa ülkelerine, yaşlılar ise bekaya göçüyor. Bizim kuşaktan sonra şehitliklerimiz üzerine çimenler mezar taşı boyutunu aşarsa, unutulursa… Ağıt yakmayın. Değmez. Hepimizde bir miktar kabahat var.