Sarayda bir meczup: Rasputin

Grigory Yefimoviç Novih, 1869 yılında Rusya’nın Pokrovskoye adlı bir dağ köyünde dünyaya geldi. Ailesi çiftçilikle uğraşıyordu. Grigory gençliğinden itibaren içkiye düşkün serseri bir hayata sahip, yoldan çıkmış, uçarı bir kişilikti. Hatta ona bu yüzden Rasputin (serseri) lakabı takılmıştı. Yaptıklarıyla hem aile efradından hem de polislerden defalarca uyarı almış hatta pek çok defa dayak yemişti. Rasputin’in bu serkeş hayatı, Tobolosk şehrinde bulunan Abalaksk Kilisesine uğramasıyla değişti. Burada ömrü ibadetle geçen rahiplerle tanışma fırsatı yakaladı ve uzun bir müddet onları dinledi. Kilisedeki ayinler, rahiplerin sözleri, yaşanan karanlık ve uhrevi hava Rasputin’i çok etkiledi. Bir süre sonra geçmiş yaşantısını bir kenara bıraktı, mistik bir ruh haliyle yaşamaya başladı. İçinden gelen esrarengiz seslerin Tanrının buyrukları olduğunu, ayrıca Hz. Meryem ile görüştüğünü çevresindekilere yaydı. Kimseye inandıramadığı bu düşüncelerini bir derviş misali köy köy, kasaba kasaba dolaşarak hiç yorulmadan anlattı.

Herkesi kandırdı

Okuma yazmayı kendi çabasıyla öğrenen Rasputin, 15 yıl boyunca dolaştı, uğradığı yerlerdeki kiliseleri ve manastırları ziyaret etti, buralarda kaldı, dini bilgilerini derinleştirdi. Geçimini sadakalarla sağlıyordu. Ailesinden ayrılmıştı. Aklından çalışmak hiç geçmiyor, bir işe girip para kazanmanın kendine göre olmadığını düşünüyordu. Zaten gençken de böyle bir alışkanlığı hiç olmamıştı.

Ruhi sıkıntıları olduğu anlaşılan Rasputin, Hlisti tarikatına intisap etmiş, içinde kopan fırtınaları bu yolla dindirmeye çalışmıştı. Bu tarikatın mensupları, kimselerin bulunmadığı geniş alanlarda buluşuyor, ilahiler eşliğinde hızlı hızlı dönerek zikrediyorlardı. Aralarda gezen rahipler kendilerinden geçenleri kırbaçlayarak daha da motive ediyor en sonunda Tanrıya ulaştıklarını sananlar baygın halde yerlerde yuvarlanıyordu. Rasputin işte bu tarikatın da etkisiyle sürekli bir vecd haliyle Rusya’da dolaşıp durdu, vaazları ile insanları etkilemeyi başardı. Son durağı Petersburg’du. Burada kendini fark ettirip bir şekilde Çarın Sarayına girmenin hesaplarını yaptı.

Vaazlarıyla Petersburg’daki yüksek sosyetenin de dikkatini çeken Rasputin, müthiş ikna kabiliyetiyle müritlerini her geçen gün arttırıyordu. O artık bu çevrelerde “Kutsal Adam” olarak tanınacaktı. Kendisini dinleyenler sadece konuşmalarından değil hal ve tavırlarından da etkileniyordu. Cemaati, onun olağanüstü güçlere sahip, Tanrının sevgili bir kulu olduğuna inanıyor ve peşinden ayrılmıyordu. Rasputin’in şöhreti kısa zamanda Çariçe Aleksandra’nın kulağına kadar gelmişti. Çariçe, hemofili hastası olan oğlu Aleksey’i kurtarmak için her yolu denemiş fakat hiçbir sonuç alamamıştı. Rasputin onun için belki de son çareydi. Konu Çar Nikola’ya da intikal etmiş, Aleksey’in tedavisi için Rasputin’in saraya çağrılmasına o da ikna edilmişti.

Bürokratları parmağında oynattı

Rasputin’in esrarengiz kuvveti hipnoz kabiliyetinden geliyordu. Bu haslet onda fevkalade ileri düzeydeydi. Kendisi de bunu biliyor, çevresindekilere sürekli uyguluyordu. Saraya çağrılan Rasputin, iç kanamalar yaşayan Aleksey’i yaptığı hipnotizma tekniği ile iyileştirmeye çalıştı, bunda başarılı da oldu. Geçici de olsa çocukta meydana gelen iyileşme emareleri Rasputin’i, Romanov ailesi için vazgeçilmez bir şahsiyet haline getirmişti. Sadece saray değil, artık tüm Petersburg ona bir aziz gözüyle bakıyordu. Buna karşın Rasputin ise devamlı olarak kadınlarla vakit geçiriyor, içki içiyor, bir din adamına yakışmayacak keyifli bir hayat sürüyordu. İş öyle bir noktaya gelmişti ki saray ve hükümetle iyi geçinmek isteyenler onunla ters düşmemeye dikkat etmek zorundaydı. Üst düzey atamalarda çok etkindi. Özellikle kendine sadık olan bürokratların önemli görevlere gelmesini sağlamakta çok mahirdi. Bir makam elde etmek isteyenler Rasputin’in kapısını aşındırıyor, onu adeta hediyelere boğuyordu.

Artık tüm vaktini sarayda geçiren Rasputin, kadınlara olan düşkünlüğünü hiçbir zaman dizginleyememiş, dini telkin bahanesiyle birçoğundan istifade etmişti. Kocalarının iyi bir makama gelmesini isteyen kadınların birçoğu da onun bu laubali davranışlarına bilerek göz yummuşlardı. Bu durum ister istemez dedikodulara neden olmuş, sarayda yaşanan ahlaksızlıklar dışarıya da yayılmış, Çarın itibarı yerle yeksan olmuştu. Hatta gazeteler dahi uygulanan sansüre rağmen bu konuyla ilgili imalarda bulunmuştu. Tüm bu olanlar karşısında saraya mensup subaylar Rasputin’den kurtulmanın tek bir yolu olduğunu düşündüler: Bir suikastla onu ortadan kaldırmak.

Rasputin’in sonu

  1. Dünya Harbi, Rasputin’in sonunu getiren savaş oldu. O, bu savaşa girilmesini istemiyordu. Ancak Çar’ın liderliğindeki Ruslar donanımsız orduları ile savaşa dâhil oldu. Bu büyük savaş Ruslar için bir felaket oldu adeta. 1916 yılına gelindiğinde hem açlık hem de düşman ile mücadele eden Rus askeri erkânın bir kısmı alınan yenilgilerin sorumlusu olarak Rasputin’i görüyor ve onu öldürmenin planlarını yapıyordu. Bu görev Prens Feliks Yusupov’a düşmüştü (İddiaya göre Rasputin, Yusupov’un eşine karşı laubali hareketlerde bulunmuştu).

Rasputin, 30 Aralık 1916 gecesi Prens Yusupov’un sarayına yemeğe davet edildi. Plana göre yemek masasında zehirlenerek öldürülecekti. Ancak Rasputin zehirli içki ve pastaları iştahla yemesine rağmen ölmedi, aksine ziyafetin keyfini çıkardı. Bunu gören Yusupov, onu kendi elleriyle öldürmeyi denedi. Prensin silahından çıkan mermiler Rasputin’e isabet etse de yine öldürmeye yetmedi. Bu sefer orada bulunanlar Rasputin’i yaralı halde sopalarla döverek bir çuvala koydu ve Neva Nehrine attı. Cesedi günler sonra bulundu. Yapılan otopside boğularak öldüğü anlaşıldı. Böylece Rusya sarayda devlet içinde devlet gibi hareket eden bir meczuptan zor da olsa kurtulmuş oldu.