Sana, bana, hepimize dair…

Türk usulü çay derlemeyi tam olarak öğrenebildim mi bilmiyorum. Ancak dışarıdaki mekânlarda tadına bakmaktan keyif aldığımı söyleyebilirim. Bir gün bana uğrayan Türk misafirime Suriye usulü çay sunarken utanarak Türk usulü demlemeyi henüz öğrenemediğimi söylemek durumunda kaldım. O da “demli çaydan zaten hazzetmem” deyip üst-üste birkaç bardak içince nasıl mutlu olduğumu anlatamam.

Türkiye’ye ilk geldiğim zamanlar bir yaz kursunda Suriyeli çocuklar için resim dersleri veriyordum. Yaz kursunun eğitimcileri ne zaman çay içmek için bir araya gelse ortada bir kıyas muhabbeti döner dururdu. Yok Türkler şöyle, yok Suriyeliler böyle muhabbeti. Ben oldum olası bu tip muhabbetlerden uzak durmuşumdur. Bir kere bizzat tecrübe etmediğim konularda yuvarlak laflar ederek konuşmak benim tarzım değil. Ayrıca kesin genellemeler yaparak bir toplum profili çizmeyi hoş bulmuyorum.

Şahsi tecrübe ve yargılardan veya tekil vakalardan yola çıkarak kesin yargılara varmak her iki toplumun da maruz kaldığı bir tür hastalık bence. Başkalarından duyulanı soruşturup doğrulamadan kabullenip yaymak hakeza.

Açık konuşmak gerekirse birbirimizi pek tanımıyoruz. Türkler bize durmadan Suriye’deki yaşantımız hakkında sorular soruyorlar. Suriyeliler ise işin aslını astarını araştırmadan hemencecik yargıya varma eğilimindeler.

Bu ayrılığın, bu kopukluğun ne zaman başladığı konusunda birçoğunuzun benimle aynı görüşü paylaştığına eminim. Evet, ne zamanki bütün dünya Osmanlı hilâfeti yıkılsın diye bir araya geldi ve bu konuda başarılı oldu, işte o zaman.

Amaç buydu zaten, Müslüman toplumları birbirinden koparmak. Bu yüzden kavmiyetçilik akımlarını ihdas ederek İslam ülkelerinde bu akımlara ve takipçilerine yatırımlar yaptılar. Cümle âlem biliyordu ki ancak bu şekilde Müslüman toplumların arasındaki güçlü bağlar koparılabilir hatta aralarına düşmanlık tohumları ekilebilirdi. Ümmet olma bilinci ancak bu şekilde ortadan kaldırılabilirdi.

Oysa dinimiz Arap olan Müslümanla Arap olmayanı birbirinden ayırmıyor. Ümmetin düşmanları bu sırrı keşfettiler ve Müslümanları yenmenin çaresi olarak ayrılık düşüncesini yeşertmeyi ödev bildiler.

Hikâye de bu şekilde başladı. İngilizlerin Araplık düşüncesi üzerinden Şerif Hüseyin ile bağlantıya geçmeleri ve McMahon – Şerif Hüseyin görüşmelerinden bahsediyorum. Türkler, Şerif Hüseyin’in Osmanlı devletine karşı savaşmak için McMahon ile ittifak yapmasını kendilerine yapılmış bir hainlik olarak görüyorlar. Oysa biz Araplar, Şerif Hüseyin’in bu hareketini doğrudan Müslüman Araplara karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendiriyoruz. Evet, bu öncelikle Araplara karşı işlenmiş bir suçtur. Çünkü bu sayede sömürgeci Batı, Arap coğrafyasına nüfuz edebilmiş, egemenliğini kurmuş ve İslam dinine karşı savaş açarak coğrafyadan çıkana dek kendi adamlarını Arapların başına musallat etmeyi başarmıştır. Demem o ki, Şerif Hüseyin sadece Osmanlılara değil öncelikle Araplara, İslam’a ve kendi ümmetine ihanet etmiştir.

Belki de bu kişisel bir zaaftan kaynaklanmıştır. Kendine bir baht, bir taht, bir hilafet sağlama tutkusudur. Sebebi her ne olursa olsun, neticede bu bir aptallıktır. İngilizlerin yalanlarına kanarak Araplar için, İslam ümmeti için onlardan hayır beklemek ve tarihten ders almayı unutarak Haçlıları, Sasanileri ve Romalıları es geçmek doğrusu büyük aptallık. Baht, taht ve hilafet tutkusunun sonucunda bir yarar gördü mü peki? Ortada bir yarar varsa, bunu görenler sadece Batı taraftarları ve kavmiyetçiler. İşe bakın siz, bunların hepsi de “Büyük Arap Devrimi’nin komutanı” olarak kendisini görüyorlar.

Bu nasıl bir devrimdir ki ülkemize işgalcileri soktu, kaynaklarını yağmalatıyor ve din duygusundan tamamen uzaklaştırıyor. Batı taraftarları tarafından hazırlanan ders kitaplarımız bize tamamen bunları öğretiyordu. Diyordu ki: “Osmanlılar vatanımızı işgal ettiler. Bizim geri kalışımıza sebep oldular.” Oysa dedelerimiz bize kitaplarda yazılanların tam aksini söylüyordu. Eğer onlar da olmasaydı tamamen sahte tarih kitaplarının ve televizyon ekranlarının insafına kalmış olacaktık. Eminim, sizler de benzer şeyleri duymuş olmalısınız. Ders kitaplarınızda Arapların hain oldukları yazıyor olmalı. Ancak Araplar ile temas etmiş olanlar, konuyu gerçek anlamda araştıranlar ve mütedeyyin kimselerin buna inanmadığını biliyorum.

Arapları tuhaf sıfatlarla niteleyen sözleri de duymuş olmalısınız. Uydurma hikâyeler ve belki de Efendimiz’e (sav) nispet edilen uydurma hadisler. Bazen sahih hadislerin bu niyetle kasıtlı bir şekilde yanlış yorumlanması da cabası. Ve daha neler!

Osmanlı hâkimiyeti yıllarında ülkemizde bir sorun yaşamadık biz. Osmanlının mevcudiyetini bir işgal olarak da algılamadık. Biz bu mevcudiyeti İslam hilafeti olarak görüp bağrımıza bastık. Arap yarımadasının bağrından kopup Endülüs’e dek uzanan topraklarda hüküm süren diğer Müslüman yönetimler gibi gördük, öyle bildik, öyle inandık. Emeviler gibi, Abbasiler gibi. Hepsini bir araya toplayan gücün adı İslam idi. Araplar, Osmanlı’ya bu nazarla baktılar ve böylece gördüler. Bu düşünceye muhalif olanlar tüm Araplar değil, sadece Batı destekli kavmiyetçi güruhlar oldu.

Suriye devrimi başladı ve kendimi diğer üç milyon Suriyeli ile birlikte Anadolu topraklarında buldum. Kimi zaman kendi kendime niçin buradayız diye sorduğum zamanlar oldu. Niçin yeryüzüne dağıldık, darmadağın olduk? Oysa cevap basitti. Eskiden olduğu gibi ümmetin evlatları arasında yeniden bir bağın kurulması için, Kur’an diliyle konuşanların Fatih’in torunlarıyla yeniden ülfet etmesi için bu durumu Allah seçmiş, iki millet arasında yakınlığı murad etmişti.

Ülkem Suriye’yi çok seviyorum. İçtenlikleri, sıcakkanlılıkları, sokulganlıkları ve diğer toplumlarla kaynaşma becerileri nedeniyle Suriyeli hemşerilerimi çok seviyorum. Sıradağların taşıyamayacağı hüzünleri yüklendikleri halde hala tebessüm edebilir oluşlarını seviyorum. İçimizden bazılarının Türk kardeşlerimizin hoşuna gitmeyecek insanlar olması muhtemeldir. Örneğin bazılarımız toplu ulaşım araçlarında biraz gürültücü tipler olabilir. Ancak bu hepimizin bu şekilde algılanmasını gerektirmez. Ayrıca bugün size biraz gürültücü gelen kimilerini tanıdıkça onların içtenliği ve herşeye rağmen hayata pozitif bakışları sizi de etkileyecektir. Siz Türkleri fazla sakin ve sessiz bulanlar da belki bu sakinlikten zamanla hoşlanmaya başlayacaktır. Olamaz mı?

Serinkanlı bakarsak durum şu minvaldedir. İnancımız bir, tarihimiz bir, kaderimiz bir. Evet, bazı konularda farklı düşünebilir, birbirimizi eleştirme hakkını saklı tutabiliriz. Bazı konularda izah gereği de duyulabilir. Bunların hepsi aşılabilir şeylerdir. Bir araya gelmemiz için engel teşkil edemez. Birleşelim, bir Anka kuşu gibi küllerimizden yeniden doğalım. Efsanelerde olduğu gibi.