Divan şiirinin en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen Şair Bâki, 1526 yılında fakir bir ailede dünyaya geldi (asıl adı Mahmut Abdülbâki). Fatih Cami müezzinlerinden olan babası Mehmet Efendi tarafından küçük yaşta saraçların yanına çırak olarak verilmesine rağmen, bugün tam olarak nasıl olduğunu bilemediğimiz bir vesileyle medreseye giderek tahsil hayatını zanaata tercih etti. (Bâki’nin saraçlık değil de camilerde kandillerin yakılması ve bakım hizmetini yapanlara verilen ad olan “serrâclık” yaptığını ifade edenler de var).
Yaradılıştan okuma yazmaya meyilli olan Bâki, medrese eğitimi boyunca parlak bir talebe profili çizdi. Uzun bir müddet Karamanîzâde Mehmet Efendi’den ders aldı, bir taraftan da şiirle ilgilenmeye başladı. Genç yaşta beliren ve gelişen şairlik kabiliyetiyle gerek hocalarının gerekse çevresinin ilgisini çekmeyi başardı. Özellikle Süleymaniye Medresesi müderrisliği yapmış olan Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’den büyük destek gördü. Devrin ileri gelen şairlerinden Zâti’nin sohbetlerinde bulunarak şiirlerini onun tenkit süzgecinden geçirdi. Yirmili yaşlarında Kadızade Şemsettin Efendinin yardımlarıyla Süleymaniye’de inşa edilen medrese binalarının yapımına nezaretçi olarak tayin edilen Bâki, Kanuni Sultan Süleyman’a Nahcivan Seferi dönüşü sunduğu kasidesiyle padişahın iltifatına mazhar oldu.
İstanbul’dan ayrılmak istemiyordu
Halep Kadılığına tayin edilen hocası Ahmet Şemsettin Efendi’nin maiyetine katılan Bâki, burada kadı naipliği görevine getirildi. Lakin onda İstanbul’da kalmak, saraya yakın olmak isteği ağır basıyordu zira dört yıl bu görevde kaldıktan sonra Şeyhülislâm Ebussuud Efendi ve Sadrazam Rüstem Paşa’ya yaklaşmak, yanlarına sokulmak için elinden geleni yapmıştı. Hatta Rüstem Paşa’nın şeyhi Filibeli Şeyh Mahmut Efendi’ye intisap etmek için çok uğraşmıştı. Etkili isimler için yazdığı kasidelerinden bir tane de Mahmut Efendi’ye takdim ettiğini biliyoruz. Rüstem Paşa’dan sonra yerine sadrazam olan Semiz Ali Paşa’ya da iki kaside sunan Şair Bâki, 1564 yılında Silivri’de Pîrî Mehmed Paşa Medresesi’ne tayin edildi. Payitahttan ayrılma düşüncesi kendisini o kadar korkutmuştu ki yedi ay gibi kısa bir süre sonra ne yapıp edip Murad Paşa Medresesi’ne naklini sağladı.
Bâki, devrini yaşadığı dört padişahtan en fazla yakınlığı Kanuni Sultan Süleyman’dan görmüştü. Sultan kendisine takdim etiği kasideler karşılığında Bâki’ye değerli yazma kitaplar hediye ediyor, ona etrafını kıskandıracak derece ihsanlarda bulunuyordu. Hatta bir rivayete göre Kanuni, böyle yetenekli bir şairi tanıyıp takdir ve himaye etmiş olmayı saltanatının en zevk veren işlerinden biri saymıştı. Sultan Süleyman’ın vefatından sonra yerine geçen padişahlardan aynı derecede yakınlık göremediğinden mahzun olan Bâki, tahta geçen padişahlara ve devrin önemli devlet adamlarına kasideler yazmayı ihmal etmemiş, ilmiye sınıfındaki ilerleyişini sürdürmüştü.
Hayali Şeyhülislam olmaktı
Bâki’nin en büyük hayali Şeyhülislamlık makamıydı. Bunun için edebi yeteneğini tabiri caizse konuşturmuş, kasidelerini, şiirlerini, eserlerini emeline ulaşmada yerli yerinde kullanmıştı. Hatta bununla kalmayarak siyasetin entrika kısmına da zaman zaman dâhil olmuştu. Bu yüzden inişli çıkışlı bir memuriyeti olsa da (Sultan II. Selim devrinde müderrislik görevinden kısa bir süre uzaklaştırma, Sultan III. Murat devrinde de sürgüne gönderilme tehlikesi yaşadı) daima yüksek makamlara getirilmişti. Sahn ve Süleymaniye Müderrislikleri yanında Mekke, Medine ve İstanbul kadılığı, iki kere Anadolu, üç kez de Rumeli Kazaskerliği yapan bu büyük şair için asıl önemli mesele şeyhülislamlığa ulaşmaktı.
Amacına ulaşamadan vefat etti
Bâki’nin hasımlarından biri Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi idi. Divan toplantılarından birinde iki isim birbirlerine hakaretamiz sözler sarf etmiş; Bâki, Bostanzâde Mehmet Efendi’nin, kardeşini kendi yerine getirmek için oyunlar oynadığını ileri sürerken Şeyhülislâm Mehmet Efendi de onun yazdığı şiirlerle kendisine küfür isnadında bulunduğunu, ayrıca rüşvet alıp verdiğini iddia etmişti. Divanda yaşanan bu tatsız hadiseyi hazmedemeyen Bostanzâde, bir süre sonra padişahtan Bâki’nin azlini ve sürgün edilmesini istedi; aksi takdirde makamından ayrılıp başka bir sultanın ülkesine gideceğini bildirdi. Şeyhülislamın bu restini gören Sultan III. Murat, Bostanzadeyi görevinden uzaklaştırarak yerine Zekeriya Efendi’yi tayin etmiş, Baki’yi de Rumeli Kazaskerliğine getirmişti. Böylece büyük şair, geldiği makam itibarıyla ilk defa Şeyhülislamlığa bu kadar yaklaşma fırsatı yakalamıştı. Ancak işler pek de istediği gibi olmadı.
Şair Bâki’yi üzen mevzulardan belki de en önemlisi Sultan III. Mehmet devrinde kendisinin yerine medrese arkadaşı Hoca Saadettin Efendi’nin Şeyhülislam tayin edilmesiydi. Lakin yine ümidini kaybetmemiş, en güzel kaside ve şiirlerini devlet erkânına sunmaktan yorulmamıştı. 1599 yılında Saadettin Efendi’nin hakka yürümesi, bu makamda artık kendini rakipsiz gören Bâki’yi heyecanlandıracak, ancak Sunullah Efendi’nin şeyhülislamlığa getirilmesi kararı ile tam anlamıyla yıkılacaktı. Yaşı da epeyce olan şairimizin artık dayanacak gücü kalmamıştı. O kadar büyük bir hayal kırıklığıydı ki bu sağlığını dahi kaybetmişti. Sinirleri de iyice bozulan Bâki, 7 Nisan 1600 yılında konağında hizmet gören cariyelere çıkıştığı bir anda yere yığılıp hayatını kaybetti. Cenaze namazı Fatih Camiinde, bir zamanlar rakibi olan Sunullah Efendi tarafından kıldırıldı. Namazdan sonra Sunullah Efendi’nin musalla taşının önünde Bâki’ye ait bir beyit okuması her şeye rağmen bir vefa örneği idi. Şöyle diyordu büyük şair:
“Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî
Durup el bağlayalar karşına yâran saf saf”