Saç kadim metinlerde her zaman güç anlamına gelir, özellikle erkekler için. Abdullah Bin Mesud’dan nakledildiğine göre, putperestlerin korkulu rüyası olan Şemsun isimli kahramanın gücünün sırrı, saçlarıdır. Annesi onu Allah’a nezretmiştir, buna bağlı olarak da ancak saçlarıyla zayıf düşürülebilir Şemsun. Bu sırrını öğrenen karısı bir gece uyuduğu sırada saçlarıyla bağlar ellerini ve düşmanlarına teslim eder. Şemsun, Samson ile Dalila efsanesindeki kahramanla aynı kişi olmalı. Samson da nezredilmişti. Saçını kesmemeli, ölüye el sürmemeli ve şarap içmemeliydi, takvasını böyle koruyabilirdi. Onu kim zayıf düşürebilirdi? Herhalde, aşk.
Aşk bazen zaaf bazen dayanma nedeni. Yücelerde bir yere bağlılık adına dünyevi fırsatları geri çevirmek, başka sebeplerin yanı sıra aşkla da izah edilebilir. Şemsun ve Samson’a gücünü veren saç, dönemimizde kimi kadınlar için dünya sınavının temsiline dönüştü. Gönül rızası olmadan başları açtırılan veya başörtüsü örtmeye mecbur edilen kadınların yüzyılıydı ardımızda bıraktığımız ve etkileri hâlâ sürüyor. Kadın “özne” olarak kabul edilseydi, bu konudaki kararı onun iradesine bırakmaya mecbur kalmaz mıydı sistemler?
Niye örtülmeli kadının saçı? Efsanelerde erkeğe güç veren kadına da cazibe bahşediyor. Abdülkerim Suruş, gizemli ve kuşkusuz anlamlı bir sebebe bağlıyor saçın örtülme sebebini. Kur’an’da, mesafe koyma (mahremiyet) ve tanınma (hüviyet bildirimi) gibi açıklamalar var.
Biz bu konuyu çok tartıştık, daha doğrusu bu konuyla imtihan olunduk. Bir saç telinin sadece saç teli olmadığını nasıl anlatırsın insanlara? Başörtümüz ne geleneksel kadının hayattaki duruşuna yorulan sessizlikle ilgili bir semboldü ne de pozitivist yargıların öne sürdüğü gibi bir esaretin kabulünün onayıydı. Başörtüsü öne sürüldüğü gibi erkek egemen bir sistemin baskısına itaat değil, yükseklerde bir yere bağlılığın ifadesiydi. Beden kabulümüzün tıpkı disiplinimiz gibi Müslümanca olması üzerine düşünüyorduk; ilmihal sahibiydik sonuçta. İnsanın bedenine sahip (malik) olduğu retorikte kalan bir iddia; hastalanıyor, yaşlanıyor, yıpranıyor, ufalıyoruz. Çoğu zaman kendimize ait saydığımız bile üzerimize yürüyen sinsi veya açık propagandaların eserleri. Modanın öne sürdüğü “güzel”in değil, vahyin açıkladığı güzelin dünyasında yaşamanın tercihini kuşkusuz bazen yanlış anlıyor ve yanlış tarif ediyoruz hâlâ. Müslüman olmayı sürdürmek bu yüzden de daimi bir teyakkuz gerektiriyor ya… Kadın olmak ise sıklıkla –Luce İrigaray’ın altını çizdiği gibi- “bir biçimler düzenine hapsedilmiş olmak”la malul değil midir…
Ne çok birikmiş önyargıya ve egemen kurala karşı savunuyorduk yaşamaya çalıştığımız dini! Okullar ve meslekler terk edildi, gönülsüz sürgünler yaşandı, aileler küstürüldü, aşklar feda edildi, evlilikler çatırdadı, dava evlilikleri yapıldı. Tesettür “türban” veya “yozlaşan başörtüsü” başlıklarıyla medya gündeminden hiç eksik olmadı. Renkler, desenler, kesimler, markalar tartışıldı. “Takva örtüsü” üzerine de sorgulamalar yapılırdı elbet. Modernizm ve modern teknoloji tuzağı özellikle ev hayatı içinde kadının kullandığı var sayılan araçlar üzerinden tartışılırdı.
Bu sırada inançlarından taviz vermemek için kovulmaları göze alan genç kızların mekânsızlığı üzerine düşünmek mücadelenin kutsallığına gölge düşürmek olurdu sanki. Ne de olsa kimi saygıdeğer düşünürlerimiz dört kadından biri olmayı kapitalizmin çekirdek ailesine kafa tutan bir direniş yöntemi olarak öne sürmüşlerdi aynı dönemde. Kuma gitmeyi deneyenler olmadı değil ama içlerinde daha sonra bundan gurur duyana rastlamadım. İnsanları zorla takvalı olmaya çağıramazsınız.
Kimi öğrenciler yurt dışına gitmeyi çözüm saydılar. İşte orada güçleri olan başörtüsü güçsüzlükleri olarak çıkarıldı önlerine. Pasaport fotoğrafı için başlarını açmaları gerekiyordu. Ne kalmalarına uygundu şartlar, ne gitmelerine izin veriyordu kurallar.
Kuşkusuz kimileri sınırları zorladı. Bu hikayeleri senelerce Viyana’ya göçen öğrencilere destek olan Nadire ve Yusuf Kara çiftinden dinlemek gerek.
Kanada’ya giden bir arkadaşım başörtülü fotoğraf istenmediği için saçlarını kazıtmaya karar vermişti. Saçlarını kazıtma kararı bir bakıma yeni, farklı, zorluklarını öngöremediği bir hayata geçişin eşiği de sayılabilirdi. Çok sevdiğiniz şehri ve ait olduğunuz çevreyi bırakıp gitmek istemiyorsunuz, oysa tahsilinizi yarıda bırakmanızın da bütün ömür boyu sürecek bir yas hissine sebep olacağını bildiriyor size mantığınız. Tabii, şimdilerde çıkıp gitmek kolay görünüyor olabilir üniversiteli gençlere. Neredeyse 20 yıl önce başörtülü öğrenciler için yurtdışı tecrübesi cazip bir seçenek sayılmazdı. Çoğu zaten taşradan binbir güçlükle üniversite şehirlerine gelebilmişti. Saç kazıtma zaten bir bilinmezliğe mecburiyet konusunda içine düşülen çözümsüzlüğün de bir ifadesi.
Türkiye’de yaşananın tam tersi sebeplerle geçtiğimiz günlerde kimi İranlı kadınlar saçlarını kazıtmaya başladılar. Onların eylemi ise inanmadıkları şekilde başörtüsü kullanmaya mecbur edilmeleri. Aslında kurala harfi harfine riayet etmediler hiç. Ancak her baharda kış kıyafetleri yerini bahar kıyafetlerine terk ederken tesettür devriyelerinin sergilediği müdahaleler, özellikle genç kızların gururunu yaralıyor. 16 sene önce yazdığım “İran’da Siyah Yorgunluğu” başlığını taşıyan yazımda irdelemiştim bu beklenti ve müdahalelerin bireysel ve toplumsal benlikte sebep olduğu yaraları. Hayır, bir toplumu polis zoruyla Allah’a yakın kılamazsınız.
Bu tür yasaklar insanları olmadıkları kişi gibi görünmeye zorladığı için takvalı olmaya yardım etmediği gibi, modernliğin sihirli anahtarını da sunmuyor. Devlet baskısı olmasa İranlı kadınlar farklı mı yaklaşırdı saçlarına başlarına, bilemiyoruz. Türkiye’de başörtülü kadınlar ancak kamusal yasak kalktıktan sonra asli gündemlerini keşfetmeye başladı. Başörtüsü dünyanın birçok ülkesinde hâlâ kamusal sınırlamalara gerekçe kılınıyor. Efsanelerde erkek kahramanın güç kaynağı olan saç, modern zamanlarda Müslüman kadınları güçten düşürmeye dönük tartışmaların değişmeyen ögesi. Mahrem olana saygı ise ne yazık ki yasak sebeplerinin gölgesinde unutulan erdem.