Reis İmdaaat…

Orta Asya’dan beri Hanlık, Hakanlık, Beylik adı altında Başkanlık sistemiyle yönetilen toplum; batılı ülkelerin dayatmasıyla, 20 Mart 1877 tarihinde “Meclis-i Umumi (Genel Meclis) adı altında, parlamenter sistem yönetim tarzını benimsedi.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 9 Temmuz Pazartesi günü öğleden sonra, Millet Meclisinde yemin etmesiyle, batılıların dayatmasından kurtulup, kendi asli yönetim tarzına dönmüş olduk.

Kendilerini devletin sahibi olarak gören bir avuç egemenin, parlamenter sistemde, kurulan hükümetlere müdahalesi çok kolaydı. Menfaatlerine hizmet etmeyeceğini anladıkları hükümetleri, alavere dalavere ile yıkıp; kendilerine hizmet edecek yeni bir hükümet kurabiliyorlardı. Bu sistemin son örneğini, 28 Şubat Post Modern Darbesi ile halkımızın seçtiği Refahyol hükümetini devirip, Mesut Yılmaz’a azınlık hükümeti kurdurmalarında yaşadık.

Yeni sistemin (dönemin) bir başka olumlu yönü, bürokratik oligarşinin önüne geçebilecek olması. Bürokratların yönetimin isteğine aykırı işler yaptığında, hemen görevden alınabilme imkânına sahip olması.

Yeni sisteme muhalif olanların dile getirdikleri olumsuzluklara gelirsek:

Türkiye’de şu andaki durum bir ölçüt niteliğinde. Birlerce hâkim, savcı ve kamu personeli görevden uzaklaştırıldı, hatta tutuklandı. Medya ve üniversiteler de aynı şekilde, bunun arkasının geleceğinden korkuyorlar. Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin hâlihazırda parlamenter bir örtüye büründüğünü, tek adam otokrasisine doğru giderek deforme olduğunu iddia ediyorlar.

Erdoğan’ın meclise ihtiyacı yok, arkasında halk var. En azından buna inanıyor.

Bütün bu iddiaların doğru olduğunu varsaysak, 5 yıl sonraki seçimde Erdoğan’ı iktidardan indirmek mümkün.

Gelelim Erdoğan’dan ve AK Parti’den bu dönemdeki beklentilerimize…

Adliye ve Adalet sistemini acil, kısa ve orta vadede yapılacak ıslahatları ele alarak neşter vurmalısınız.

28 Şubat Brifingçi Laik Kemalist hakimlerin ve FETÖ’cü Hakimlerin gadrine uğrayarak, İslami kişiliklerinden dolayı, haksız yere cezalandırılan mahkumlara acil bir çözüm getirilmeli; yeniden adil bir şekilde yargılanmaları sağlanmalıdır.

FETÖ iddialarından dolayı, mağdur olmuş on binlerce vatandaşımızın mağduriyetlerini giderecek, bir sistem oluşturmalısınız.

Adalet sisteminde acil ele alınması gereken diğer konular ise;

18 Yaş altı evlilikler, Zina Yasasının Yeniden ele alınması, Çocuk istismarı vb…

Ekonomik alanda acil yapılması gerekenler:

Küçük esnaf ‘Reis İmdaaaat !’ diye haykırıyor.

Orta direk dediğimiz, küçük ve orta ölçekli esnaf kesimine yönelik iyileştirmeler, acil olarak yapılması gerekir… Bu bağlamda paradoksal bir acı hakikati dile getirmem gerekiyor.

AK Parti ve Erdoğan’a en çok destek veren kesimler olmasına rağmen; 16 yıllık AK Parti döneminde, en çok zarar gören kesimin orta direk olduğu gerçeği gün gibi aşikârdır. Acil can suyu önlemler alınmazsa, küçük ve orta kesim esnafta iflaslar artar ve sosyal patlamaya sebep olabilir.

İdam Talebine Gülen Adam: Hüseyin Kurumahmutoğlu

18 yaşında girdiği Mamak Askeri Cezaevi’nde, 15 Temmuz 1987 Çarşamba günü şehid olduğunda, 25 yaşına gelmişti. 22 Yaşında iken, 1984 Eylül’ünde Mamak’ta İslami Hareket’i başlattı. Yıllarca birlikte mücadele ettiği, birlikte çile çektiği eski arkadaşlarını, İslami Hareket’e davet ederken, şöyle diyordu:

“Ülkücülük, alnımızda iftiharla taşıdığımız bir etiket değil, beşeri ideolojinin damgasıdır.”

Koğuş arkadaşı Recep Genç’le röportajdan:

Ben rahmetli Hüseyin’i ilk defa 1981 yılında, Mamak Askeri Cezaevinde tanıdım. Ben B Blok’tan A Blak’a sürgün edildiğimde, Hüseyin Kurumahmutoğlu A Blok zemin 1, 2, 3. koğuşların başkanlığını yapıyordu. Hüseyin, Bafra Ülkücü Kuruluşlar davasında, ben ise MHP Ana Dava’da yargılanıyordum. Koğuşa girdiğimde beni ilk karşılayan Hüseyin oldu. Daha sonraki süreçte Hüseyin’le samimiyetimiz ve dostluğumuz arttı.

Rahmetli Hüseyin yaklaşık 1.80 boyunda ve 125 kiloydu. Mamak’ta tam üç ay, bilfiil işkence gördü. İşkenceden çıktıktan sonra tartıldığında, 80 kilo gelmişti.

Bazı kelimeleri Karadeniz şivesi ile telaffuz ederdi. Hüseyin çok esmerdi. Bundan dolayı Karadenizlilere pek benzemezdi. Takvalı ve ihlaslı bir insandı. Ayrıca çok güzel Kur’an okurdu. Kur’an okumayı cezaevinde öğrenmişti. Yine bu süre içerisinde Seyyid Kutub’un “Fi Zilali’l- Kur’an”, İbn-i Kesir’in “Hadislerle Kur’an Tefsiri”, Mehmet Vehbi Efendi’nin “Hülasetü’l- Beyan Fi Tefsirü’l- Kur’an” “Tıbyan Tefsiri” gibi eserlerin tamamını okumuştu. Hüsnü Aktaş’ın fıkıh kitaplarını severek okurdu. Akademik bir çalışma olması sebebiyle de, Ahmet Özel’in (bazı bölümlerine eleştiri getirmesine rağmen) “İslam’da Ülke Kavramı” isimli kitabını, takdir ediyordu.

Çağdaş siyerlerden Mevdudi’nin siyerini beğeniyordu. Yine Hamidullah’ın siyerinden çok hoşlanıyordu. Fakat bu siyerin bazı bölümlerini de eleştiriyordu. Usul ile ilgili kitaplardan o güne kadar bizim haberimiz olan bütün hadis, tefsir ve fıkıh eserlerini beraber okumuştuk. Tevhidi açık ve berrak bir şekilde açıkladığı için, Mevdudi’nin “Kuran’da Dört Terim” ve Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” isimli kitaplarını defalarca okumuştu. Sonra da bu iki kitabı cezaevinin kütüphane kurmak için başlattığı kitap kampanyasına, diğer tutukluların da faydalanması için bağışlamıştı.

Yusuf Kerimoğlu’nun “Fıkhi Meseleler” ve Ahmet Özel’in “İslam’da Ülke Kavramı” isimli kitaplarını da kütüphaneye hediye etmiştik. Mustafa Fidan adlı arkadaşımız o dönemde Ahmet Özel’in “İslam’da Ülke Kavramı” adlı eserinden faydalanarak mahkemede okumak üzere bir savunma hazırlamıştı. Savcı, mütalaasında beraat isterken Mustafa Fidan’ın bu savunmasını dinledikten sonra idam talep edince bu olay, Hüseyin’i ve bizleri kahkahaya boğmuştu.

Şehadeti

Hüseyin asiydi. Yani zulme karşı isyancıydı. Askerler ona: “sarığını çıkar” dediklerinde o buna karşı gelmişti. Aslında sarık Hüseyin’in şehid edilmesi için bir bahane oldu. Çünkü bunun dışında birtakım sebepler daha vardı. Mesela, biz bir karar almıştık ve zulme boyun eğmeyecektik. Zaten İstiklal Marşını ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni de doğru düzgün okumuyorduk. Sözlerini değiştirerek okuyorduk. Askere karşı geliyorduk vs. İşte bu gibi sebepler Hüseyin’in şehit edilmesinde daha etkili oldu diyebilirim.

Hüseyin sarığını çıkarmayınca askerler onu alıp kafese götürdü. Ve orada hep birlikte üzerine çullandılar. Kafasını kalorifer demirine çarptı ve o günden sonra bir daha iyileşmedi. Sonra hastanede şehit oldu.